Hrant Dink Vakfı’nda ‘Hafıza Küratörlüğü’ paneli düzenlendi

18:45

JINHA

İSTANBUL - Hrant Dink Vakfı Havak Salonu’nda “Hafıza Küratörlüğü” başlıklı panelde konuşan Varşova Polin Müzesi Baş Küratörü Barbara Kirshenblatt Gimblett, Yahudilere ait tarihi bilgileri müzelerinde toplayarak tarihin sayfalarını aralamak için ellerinden geleni yaptıklarını kaydetti.

Şişli Harbiye’de bulunan Hrant Dink Vakfı Havak Salonu’nda “Hafıza Küratörlüğü” başlıklı panel düzenlendi. Panelde Avrupa ve Güney Afrika’daki müzelere ve hafıza mekanlarına odaklanılırken bu ve benzeri durumların sorunları tartışıldı. Panele Hrant Dink’in eşi Rakel Dink, birçok akademisyen, Hrant Dink Vakfı üyeleri ve çok sayıda yurttaş katıldı. Panelin ilk bölümünün moderatörü olan Cemal Kafadar paneli neden düzenlediklerini açıklayarak katılımcıları tanıttı. Cemal, katılımcıların kitaplarını ve yaptıkları çalışmaları anlattı.

İlk olarak panelde Polonya’dan gelen Varşova Polin Müzesi Baş Küratörü Barbara Kirshenblatt Gimblett, “Umut ve Umutsuzluğun Küratörlüğü: Polonya Yahudileri Tarihi Müzesi” adlı konu başlığıyla sunumuna başladı. Barbara, “Buradan olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Aslında müzelerin tarih yazması aslında bunu arşivlemesi çok sık rastlanılan bir durum değil” dedi. Barbara, sunumunda Varşova şehrine ait resimleri göstererek, Varşova’da yaşayan Yahudilere ait kalıntıları sundu. Getto İsyanı hakkında da bilgi veren Barbara, gösterdiği resimlerde isyanda savaşan ve bunların gösterdikleri kahramanlıkları anlattı.

‘Elimizde Yahudilerin hikayelerinden başka bir şey yoktu’

Barbara, Varşova Müzesi’nin açılış hikayesiyle ilgili, “1982 yılında ABD’de de bir müze açıldı. Polonya Yahudiler Enstitüsü en büyük hayır örgütüdür. Bunun başındaki yönetici ABD’ye giderek bu müzenin açılışını yaptı. Ve daha sonra Varşova’da da bir müze olması gerektiğini düşündü. Böyle bir fikir radikal bir fikirdi” sözlerini kullandı. Barbara, müzenin kuruluş aşamasını şu sözlerle anlatmaya devam etti: “Komünizmin çöktüğü bir ortamda böyle bir müze fikri çıktı ortaya. Daha önce böyle fikir yoktu. Aslında bu müzenin önce hikayesini ele almak istedik çünkü elimizde sadece hikaye vardı. Doğru binayı nasıl tasarlayacağız önce bunları düşündük. Bir mimari yarışması yapıldı. Finlandiyalı bir mimar kazandı yarışmayı. Öncelikle hayatını kaybedenleri anıyoruz ve daha sonra müzeye gelip o insanları hatırlıyoruz. Bu hikayeyi Polonya’daki Yahudiler bin yıl boyunca kesintisiz olarak yaşadılar Polonya’da. ‘Önemli olay nedir?’ diye sorduğunuzda savaşı, kıyımı anlatırlar ama kimse bin yıl öncesi yılları anlatmaz. Bana göre en önemli dönem o dönemdir. Sergimizde bu yılları anlatıyoruz. Biz bu mekanımızda belirli bir mesaj vermek istiyoruz.”

‘İlişkiler yelpazesi var müzede’

Bu güne kadar 1,5 milyon insanın müzelerini ziyaret ettiğini kaydeden Barbara, bu sayının kendileri için çok önemli olduğunu vurguladı. Barbara, Polonya’da yaşayan Yahudilerin aynı zamanda Polonyalı olduğunu söyledi. Barbara, müze hakkında verdiği bilgiler hakkında, “İlişkiler yelpazesi var müzede. Polonya’da 3 milyon insanın ölüm kamplarında öldürüleceği düşünüldüğünde bununla hep özleşmiş bir durum var. Bu ülke hep bu konuyla özleşiyor. Bu yelpazenin tamamının göstermek çok önemliydi. Burada bir kategorik olarak bir medeniyet oluşturuldu. Bu yüzden olayın meydana geldiği yerde anlatmak bizim için önemliydi. Ben bu müzeyi Amerika’da da yapabilirdim ama dediğim gibi hikayeyi olduğu yerde yapmak önemli” dedi.

‘Ölümlerin dışında Yahudilerin tarihleri de kayboldu’

Barbara, konuşmasında Yahudilerin bin yıl öncesindeki tarihinden söz ederken sunumunda geçmiş tarihlerde Yahudilere ait kalıntıları sinevizyonda sundu. Sunumu sırasında Barbara, savaş sürecinden sonra Polonya’da tek etnik guruba ait insanlar kalmış olsa da tarihte Polonya’nın tek dinli, tek ırklı olmadığını kaydetti. Gettoların olduğu süreçte katledilen Yahudilerin bir iki gün içerisinde nasıl ortadan kaybedildiğini ve babasının yaşadığı kasabada ailecek buna şahit olduklarını belirten Barbara, “Kasabada yaşayan Yahudiler 1940 Ekim tarihinde zorla başka bir yere götürüldüler, çalıştırıldılar ve öldürüldüler. Bu da gerçekliğin bir parçası aslında. Bu kasabalardaki canlılığın ne kadar ortada olduğunu göstermek istiyoruz. Ölümlerin dışında tarihleri de kayboldu. Polonya’da 200 adet ahşap sinagog vardı. Almanlar savaş sırasında bu ahşap sinagogları yaktılar, yıktılar. Şu anda bir tane bile yok” diye anlattı. Barbara, savaş süreçlerinde dünya devletlerinin Polonya üzerindeki emellerinden ve Birinci Dünya Savaşında ülkelerin ayrışmalarının insanları nasıl etkilediğinden söz etti.

‘Toplumu ileriye götürmeye çalıştık’

Barbara konuşmasının son kısmında müzelerinin temel amacını şu sözlerle anlatmaya devam etti: “Birinci Dünya Savaşı 20 yıllık bir dönem. Biz sergimizde bu bir sokak temasıyla anlatmaya çalıştık müzemizde. Bütün bir zamanı bir yelpaze şeklinde sunmaya çalıştık. Bizim sergilerimizin hepsi birinci ağızlardan anlatılıyor. Sergilerimizde görselliği ele aldık. Yahudi okul sistemlerini de müzemizde ziyaretçilerimize sunuyoruz. Ziyaretçilerimiz mutlaka bu tarihi anın bir parçası olsunlar diye. Hangi dönemi anlatıyorsak o mercekten baksınlar istiyoruz. Biz bin yıllık bir tarihten söz ediyoruz. ‘Biz bin yıl boyunca bir Yahudi karşıtlığı var’ demiyoruz. Bu yüzden müzemizin alanları çok önemli. Müzemizde İşgal altındaki Polonya’nın tarihi de var. Biz savaş sürecinde insanların bir anda ne olacağını bilmemelerini sunduk müzemizde. En çetin hikaye Polonya ve Yahudilerin savaş yılları sonrası hikayeleri. Savaştan sonra insanlar şiddet yüzünden ülkeden ayrıldılar. Yahudilerin çoğu gitti kalanlarda komünizmin altında kendilerine yer bulmaya çalıştılar. Biz bunları müzemizde sergiledik. İnsanlar ‘Polonya’da bir daha Yahudi cemiyeti kurulmaz’ dedi ama biz bunu yapmak için elimizden geleni yaptık. Biz bu çalışmalar sayesinde bir potansiyeli yerine getirme çalıştık. Toplumu ileriye götürmeye çalıştık.”

Zürih’den gelen ikinci katılımcı Tristan Kobler ise sunumunu yaptıktan sonra panelin birinci oturumu soru-cevap şeklinde sonlandırıldı.

(ro-dyc/mg)