İlknur Birol: Kadınlar öne çıkan mücadele içinde olmalı

09:03

Duygu Erol- Habibe Eren/JINHA

ANKARA - Sendikal faaliyetler gerekçesiyle ilk olarak 1996 yılında ilk hapis cezası alarak görevinden men edilen Öğretmen İlknur Birol, "Kadınlar bilir; şiddetle sürekli yüz yüze olan, yoksullukla mücadele eden, güvencesiz çalışan, savaşın göbeğinde çocuğunun ölü bedenini koynunda taşımak zorunda olan kadınlar bilir. Bu direnç grubu içinde kadınları özel olarak daha önde, daha militan, daha kucak kucağa bir adım öne çıkan bir mücadele içinde görmek istiyoruz" dedi.

Darbe girişiminin ardından OHAL'le getirilen KHK'ların ilk işi hükümete muhalif kesimlere yönelmek oldu. Binlerce eğitim emekçisi görevlerinden uzaklaştırılarak haklarında soruşturmalar başlatıldı. 1996 yılında KESK'in düzenlediği bir mitingde dönemin İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'a "Eli kanlı faşist" dediği için 1 yıl ağır hapis cezası alarak mesleğinden men edilen ve 13 yıl sonra görevine iade edilen öğretmen İlknur Birol, 96 yılında yaşadığı süreci anlatarak şuan ki sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

*Sendikal mücadeleye nasıl başladınız? O süreci biraz anlatabilir misiniz?

1980 faşist cuntasından sonra kurulma çalışmaları ABC dergisi ile başlayan Eğit-Der ile devam eden daha sonra sendikal forma bürünen eğitim emekçileri hareketinin Eğit-Sen isimli sendikada merkez yöneticiliği yaptım. Kamu çalışanları hareketi açısından da çok itici bir güç olan yüzyıllık bir mücadele geleneğine sahip olan bir öğretmen hareketi. Fiili meşru ve militan bir tarzı son derece haklı Eğit-Sen hak ve özgürlüklerin zemini olan hukuk çerçevesinde de güçlü bir biçimde açığa çıkarmış ve Eğit-Sen'i kurmuştuk. Biz örgütlenme çalışmalarımızı darbe sonrası süreçte ciddi bir fikri hegemonya ile kurduk. Yani devlet memurları sendika kuramaz denilen bir zamanda, darbenin izlerinin halen açık olduğu bir dönemde, "Biz İşçi sınıfının bir parçasıyız. Memur değil emekçiyiz. Kamu emekçisiyiz" fikri ile sendikada bir haktır diyerek kendi örgütümüzü kurduk. Ve o dönemin iktidarının kabul etmek zorunda kaldığı, toplumda yüksek bir meşruiyeti olan bir mücadele sürecine girdik. Kamu çalışanları hareketinin diğer iş kollarındaki örgütlenmesini tetikleyen bir girişimdi bu.

Sürecin tamamını çok yoğun koşullarda geçirdiğimizi söyleyebilirim. Genel olarak sendikal yasaklar, sendikaların kapatılması, mühürleri söktüğümüz dönem, "İş bırakılamaz" denilen yerde fiili iş bıraktığımız çok etkili bir iş bırakma deneyimimiz oldu. 80 sonrasının ilk sendika eylemi olan 24 Aralık eyleminin de planlayıcısı, örgütleyicisi olarak yönetimde de yer alıyordum. 1995 yılında iki ayrı sendika vardık eğitim emekçileri olarak, birliğini sağladığımız Eğitim-Sen'i kurduk. Ve ardından KESK kuruldu, konfederal bir yapıya büründük.

*Sendikal faaliyetlerinden kaynaklı ilk ceza alan kadınsınız. Neden ceza almıştınız? Biraz o süreci anlatabilir misiniz?

Baskının her türünü gördüğümüz bir süreçti, 1992'ler ve 1995'ler süreci Kürt Sorunu'nda da başını Çiller'in ve Mehmet Ağar ekibinin kontrgerilla faaliyetini çok yoğun sürdürdüğü, faili meçhul cinayetlerle her gün uyandığımız, çok fazla öğretmen arkadaşımızı bu faili meçhul cinayetlerde kaybettiğimiz, sendikal faaliyetimizin engellenmeye çalışıldığı, polis baskısında olduğu bir dönemden bahsediyoruz.

O dönem yine sendikal haklarımızla ilgili bir mitingde yaptığım bir konuşma içindeki sözcükler kullanılarak hakkımda açılmış bir ceza davası sonucu 1 yıl ağır hapis cezası aldım ve devlet memuriyetinden men edildim. Sendikal bir faaliyetin ürünüydü, sendikamızın organize ettiği bir mitingin konuşmasını yaptığımda olmuştu. Her gününü faili meçhuller ile geçirdiğimiz ve o dönem açıklanmaya başlanan "Bin operasyon yaptık. 3 bin kişinin faili meçhul operasyonlarının sahibiyiz" savunmasının yapıldığı dönemdi. 1998 yılında görevden alındım ve 24 Kasım günü cezaevine girdim. 1999 yılında da seçimlerin olduğu gün de cezaevinden tahliye oldum.

13 yıl sonra hakkım bana teslim edildi. AİHM mahkemesi bana verilen cezanın uygun olmadığını söyledi. Basın yoluyla işlenen suçlar ile ilgili yasalarda bunun suç sayılmayacağı yönünde bir tadilat yapıldı. Bunun mizahi yanına bakalım. O yasa tadilatı bir bana bir de Tayip Erdoğan'a vuruyordu. Ama yasa birini başbakanlığa, cumhurbaşkanlığına götürdü ama beni öğretmen yapmadı. Her başvuru yaptığımda MEB "terör listesindesin" diyerek beni geri almadı.

*18 yıl önce ile bugün yaşananları karşılaştırdığınız zaman belki daha saldırgan bir yaklaşım ile karşılaşıyorsunuz. Mücadele deneyiminize de sığınarak soruyoruz; bu saldırganlık karşısında yapılması gereken nedir?

Benim için dejavu oluyor; en son görevden alındığım okuldayım şuan. Türkiye kanlı bir savaşın girdabında hala ve hala Kürt Sorunu'nda bir çözüm bulunulmuş durumda değil. Barış umutlarının yeşerdiği dönem iktidar eliyle yok edildi, içerde ve dışarıda savaş azgınlaşarak devam ediyor. Karanlık bir girdapta, freninden boşalmış bir kamyon gibi gidiyor. Toplumsal ilişkiler geriliyor, kadınlara yönelik düşmanlık giderek artıyor.

Sene 2016 ve 15 Temmuz'da bir darbe girişimi olmuş, 1996-1998 yılları arasında konuştuğu için cezaevine alınan şahıs cumhurbaşkanı, ben ise atıldığım okulda yine öğretmenim. Ve darbe sonrası Mehmet Ağar'ın yüzü bakanlık devredilirken Süleyman Soylu'ya, ekibi ile beraber İçişleri Bakanlığı'nda. Şimdi buna tekerrür denmez, birincisi tekerrür de ikincisi trajedi olur. Bu trajedi ile karşı karşıya kalmamak için geleneğimizin bize öğrettiği ve bir öğretmen olmanın ana ilkelerinden bir tanesi olan; haksızlık karşısında, zulüm karşısında boyun eğmemeği, direnmeyi, baş eğmemeyi ve onurlu kalmayı Eğitim-Sen olarak belirtirken bir trajedi yaşanmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Barış, emek, demokrasi ve insanlık mücadelesini daha da yükseltmemiz gerekiyor. Gelecek için ve çocuklarımızı bu karanlığa teslim etmemek için mücadele etmek zorundayız.

*Bütün bu saldırı ve sindirme politikaları karşısında çağrınız nedir?

Kadın arkadaşlarımıza seslenmek istiyorum. Eğitim emekçilerinin yarıdan fazlası kadındır, velilerimizin de çoğu kadındır. Çünkü erkekler çocuklarla çok fazla ilgilenmezler. Çocuğunun elinden tutup okula getiren, kapıda bekleyen annedir, abladır ya da bir büyüktür ama kadındır. Dolayısıyla gelecek kaygısını çocuklar için hisseden en duyarlı kesim kadınlardır. Kadınlar bilir; şiddetle sürekli yüz yüze olan, yoksullukla mücadele eden, güvencesiz çalışan, savaşın göbeğinde çocuğunun ölü bedenini koynunda taşımak zorunda olan kadınlar bilir. Kadınlar hem acıyı hem de geleceğin bu karanlığını belki erkeklerden daha fazla hissederler. O yüzden "Öğretmenler atılmış" diyemezler. Tam da bir öğretmen gibi, çocuğunun velisi öğretmenlerle yan yana, el ele, omuz omuza olmalı. Bu direnç grubu içinde kadınları özel olarak daha önde, daha militan, daha kucak kucağa bir adım öne çıkan bir mücadele içinde görmek istiyoruz. Bütün velilerimize sesleniyorum; okulun kapısında çocuğu beklemeyin, öğretmeninizin elini tutun aynı zamanda. Çünkü bugün o eli tutarsanız yarın çocuğunuz karanlık, savaşçı bir ülkeye değil çok daha aydınlık bir ülkeye uyanacak.

(dk)