Şimdi her sokağın ayrı bir adı olmalı Nisêbîn a Rengîn'de

09:01

JINHA

MÊRDÎN - Direnişin kenti, Ape Musa'nın diyarı Nisêbîn'de tam da 101 gün önce bir kez daha haykırdı Apê Musa, "Direnmek kalırdı Kürde". Sokaklar bu sözü düstur eyledi ve yeni bir tarih yazıldı şimdi o sokaklarda. Nisêbîn, şimdi her sokağın yeni bir adı olmalı, karışı uğruna yoklukla bütünleşen bedenlerin anısına. Kim bilir belki de şiirler yazılmalı elindeki bilyelerle sere serpe uzanan çocuk bedenlerin ardından, ya da "O çocuk ölmedi" diye haykırmalı sol yumruk havada.

Tarihten buyana kaderinde direniş yazan Nisêbîn'de bugün yine parçalı bulutlu katliam politikaların sağanak bombardımana dönüştüğü tipik mevsimsel saldırı dolu bir hava hakim. "Kürde yine direnmek düştü" sözünün ete kemiğe büründüğü bu kentte101 gündür en ağır saldırılara karşı var olma mücadelesi veriliyor. Bu topraklarda hangi bilge bir yaşlıyla sohbete başlarsanız evvela cümlenin ilk sözleri, "Me çi di me çi nedi - biz ne gördük ne görmedik" olur.

Tarih boyunca yukarı Mezopotamya'nın en büyük ve tarihi İpekyolu'nun üzerinde kurulması nedeniyle en önemli kentlerden biri olma özelliği taşıyan ilçenin direniş öyküsünde köklü bir geçmişin izleri saklı. Kürt halkının en uzun soluklu yürüttüğü mücadelenin adı olan PKK tarihinde, ilk serhildana kalkan kent olarak yer alan ilçenin yakın tarihteki ilk direnişi Kamuran Serhildanı'dır. 1989 yılında Savur'da PKK komutanlarından Kamuran Dündar'ın 12 arkadaşıyla birlikte girdikleri çatışmada yaşamını yitirmesiyle ilçede binlerin katılımıyla görkemli bir cenaze töreni düzenlenir. Henüz cenaze defnedilmeden, devlet güçlerinin kurşun yağmuruna tutulan kitlede kayıplar büyük oldu, ardından ise aylarca süren direniş ve buna karşı ilçede yüzlerce kişiyi katleden Hizbullah saldırıları başladı. Direnişi elden bırakmayan Nisêbîn'de bir diğer büyük direniş ise 1992 Cizre katliamına tepki olarak sokaklara dökülerek gerçekleşti. O gün ise halkın üzerine zırhlı araçlarla giden kontralar Pıra Şehida Köprüsü'nde oturma eylemi yapan halkı ezerek katletti. 16 canın ezilerek katledildiği o günlerde köprüden kendini atarak kurtulmaya çalışanlar ise suda boğularak can verdi. "Bu halk neden bu gün direniyor " sorusunun cevabının tarihin derinliklerinde saklı olan Apê Musa'nın diyarı Nisêbîn, ilan edilen 7'inci sokağa çıkma yasağının 101'inci gününde de bugün aynı kararlılıkla tarih sahnesinde.

Yaşamın adı 'kaçak'

Her gününde farklı bir direniş öyküsünün yazıldığı ilçede, özellikle son kuşatmayla beraber daha çok anlatılmaya başlandı eski Nuisêbîn günleri. İlk tel örgü ve mayınlarla Qamişlo ve Nisêbîn olarak ikiye ayrılmasıyla yazılmaya başlamış Nisêbîn'in isyan kederi. İki kardeşin iki farklı ülkenin pasaportsuz vatandaşı olur olmasındaki sonuca bakar bakmaz, anlamış bizim Nisêbînliler hükümet denilen sistemin eşitliğin değil de diktatöryanın kendisi olduğunu. O günden bu yana daha asi oluvermiş toprağı direniş kokan 'Nisêbîn a Rengin'in insanları. İki tel dediğin ne ki, göstermelik uyrukların kaçak halkının yeni bir hikayesi asıl o günlerden başlamış. Düğün derneklerin eksik olamadığı ilçede, Qamişlo'dan kaçak düğün davetlilerinden, damda yıldızların altında kırılan buz gibi karpuz eşliğinde yapılan şevbêrglerden, her şeyi pasaportsuz yapmaya ant içmiş bu halkın tüm yaptıklarına bakacak olursak, o günden bu yana bu devletin başına ne getirdiklerini bir de siz düşünün.

Kim bilir neler yaşandı

1980'lerde Qamişlo'dan kaçak kumaş olduğu anlaşıldığından renkli ve pullu fistanların dahi büyük suç olduğu bu toprakların havası dahi oysa bir başka güzel kokar. Mardin'in sarı kayalarından kesme taş mimari yapılı tarihi evlerin mavi ince işlemeli kapıların ardından şimdi derin bir sessizlik hakim. Oysa hanımeli kokusunun eksilmediği bu tarihi kentte, mis gibi sıcak ekmeğin koktuğu o tandır başlarında kim bilir kaç hikaye anlatıldı Suriye kumaşından renkli kıyafetli Kürt kadınlarının ağzından. Sınırın diğer ucundan şöyle bir ah çekse duyulan Mihemmed Şêxo'nun hangi şarkıları söylendi, yasaklı Cegerxwin'in kaseti kaç defa gömüldüğü bahçeden çıkarılıp dinlendi kim bilir?

'Çocuk ölmedi'

Şimdi o günlerden yine "Kürde direnmek kaldı" geriye. O parçalanmışlığın acılarıyla direnen eskilerin ardılları doğdu yine aynı hanımeli kokan sokaklarda. İçindeki anılarla birlikte binlerce evin yakılıp yıkıldığı bu kentin her bir sokağında, şimdi sere serpe yatan kara gözlü çocukların anıları kazılı. Ve şimdi ta Afrika'dan şiirlerini direniş rüzgarına yükleyen İngrid Jonker'ın 'Çocuk Ölmedi' şiiri fısıldıyor kulaklarında…

"Kaldırıyor yumruklarını annesiyle birlikte. Haykırıyor annesi: Afrika! Haykırıyor soluğunu, özgürlüğün, haykırıyor bozkırları, kuşatılmış yüreklerin yerleştiği yerlerde. Kaldırıyor yumruklarını çocuk. Kuşaklar geçidinde babasıyla birlikte, haykırıyor babası: Afrika! haykırıyor soluğunu, dürüstlüğün, asaletin kıstırılmış gururunun sokaklarda. Ne Langa'da öldü çocuk ne Nyanga'da, ne de Orlando'da, Sharpville'de ne de Philippi'deki karakolda da ölmedi çocuk beynine saplanan bir kurşunla uzandığı. Çocuk, gizemli gölgesidir askerlerin, tüfekli, sopalı Sarakenlerin nöbetlerinde buradadır çocuk, toplantılarda, yasa önerilerinde bakıyor camlardan içeri, bakıyor annelerin yüreklerine. Her yerde bu çocuk, Nyanga güneşinde oynamak isteyen, büyüdü adam oldu, yürüyor boydan boya Afrika'yı, devleşti çocuk geziyor bütün dünyayı izinsiz, belgesiz…"

(ekip/dm/gc)