Besê Hozat'tan savaş konseptine karşı direniş çağrısı
11:42
JINHA
BEHDİNAN - PKK Lideri Abdullah Öcalan'a yönelik geliştirilen ağırlaştırılmış tecrit ile birlikte Kürt halkına yönelik başlatılan savaş konseptini değerlendiren KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, "Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin uyanık ve duyarlı olması gerekiyor. Demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi veren herkesin sürekli bir mücadele ve direniş içinde olması gerekiyor" dedi.
Havuz medyası son dönemlerde PKK Lideri Abdullah Öcalan ile devlet arasında görüşmelerin olduğuna dair haberler yayınlarken, Başbakan Binalı Yıldırım da PKK'nin devletle görüşmek ve yeniden müzakere masasına dönmek istediğini iddia etmişti. Konuya ilişkin ANF'ye değerlendirmelerde bulunan KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Besê Hozat, bu açıklamaların AKP'nin algı operasyonu olduğunu, AKP'nin algı operasyonu ile sıkışıklığını örtmeye çalıştığını ve bu tür haberlerin gerçeklikle hiç bir bağlantısının bulunmadığını belirtti.
'Bazı hain tipler özel savaş merkezlerinde görevlendirilmişlerdir'
PKK Lideri Abdullah Öcalan ile 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana hiçbir görüşme gerçekleştirilmediğini belirten Besê, "Son görüşme 5 Nisan 2015'te HDP heyetinin yapmış olduğu görüşmedir. Daha sonra devlet heyeti de görüşmemiştir. Devlet heyetinin Önder Apo ile görüştüğü tamamen bir yalan ve özel savaş propagandasıdır. Bu propagandayı yapmak için bazı hain tipler özel savaş merkezlerinde görevlendirilmişlerdir. Bu hain, ajan tiplerin başında Galip Ensarioğlu, Muhsin Kızılkaya, Orhan Miroğlu ve Mehmet Metiner gelmektedir. Benzer daha epey sayıda tipi de sayabiliriz. Düşürülmüş, halk düşmanı bu tiplerin hepsi MİT elemanıdır. Kürt halkının kanı ve büyük bedellerle yarattığı değerleri faşist rejime peşkeş çekerek kendilerini yaşatmaya çalışıyorlar. Bu rezil yaşamlarını garantiye almak için de fiziki ve kültürel soykırım politikalarının militanlığını yapıyorlar" dedi.
'Önderliğimizin can güvenliği tehdit altında'
PKK Lideri Abdullah Öcalan'ın özellikle 5 Nisan 2015 tarihinden bu yana ağırlaştırılmış mutlak bir tecrit ve işkence altında olduğuna dikkat çeken Besê, "Önder Apo'ya özel-psikolojik savaşın her biçimi uygulanmaktadır. Bırakalım dışarıdan birileriyle görüşmeyi, İmralı'da bulunan tutsak arkadaşlarla dahi görüşemiyor, en doğal ve zaruri ihtiyaçlarını karşılamasına bile izin verilmiyor. Kendisine her saat ve gün tehdit ve şantajla sistematik bir baskı uygulanıyor. Büyük bir can güvenliği tehdidi altında olduğu kadar ciddi sağlık problemleri de yaşıyor. Dehşet verici İmralı koşullarında, ahlak ve hukuk dışı bir biçimde, işkence koşullarında 17 yıldır tutuluyor. Son bir yılı aşkındır da bu işkence uygulamaları hat safhada yaşanıyor" şeklinde konuştu.
'CPT açıklama yapmalı'
Geçtiğimiz haftalarda PKK Lideri Abdullah Öcalan ile bir görüşme gerçekleştiren CPT'ye çağrıda bulunan Besê, sözlerine şöyle devam etti: "CPT İmralı'da yaptığı incelemenin sonuçlarını derhal kamuoyuna açıklamalıdır. Bu konuda da halkımızın ve demokratik çevrelerin mücadelesi daha da yükselterek sürmelidir. CPT'nin açıklama yapması da yetmez. Önder Apo'nun üzerindeki tecridin tamamen ortadan kaldırılması, güvenlik, sağlık ve özgürlük koşullarının sağlanması için mücadeleyi kesintisiz sürdürmek lazım. Bu temelde Avrupa'daki halkımızın ve dostlarımızın verdiği mücadele son derece anlamlı ve değerlidir. Saygıyla selamlıyorum. Bu eylemsellikleri her yerde daha fazla büyüterek sürdürmek gerekiyor."
'Kürtlere karşı soykırım savaşı yapılıyor'
AKP bir özel savaş rejimi olduğunu söyleyen Besê, AKP'nin tam 14 yıldır özel savaş politikalarıyla kendisini ayakta tuttuğuna dikkat çekti. Besê, "Şu son bir yılda ise T.C. tarihinin tüm özel savaş, soykırımcı derin devlet yapılarıyla ittifak kurmuş durumda. AKP, Ergenekon, MHP ve ulusalcıların ittifakı böyle bir ittifaktır. Bu ittifak topyekûn savaş ittifakıdır. Yani soykırım savaşı ittifakıdır. Kürt şehirlerinin yerle bir edilmesi, yüzlerce sivil insanın katledilmesi, onlarca insanın diri diri yakılması, Sur gibi tarihi yerlerin yok edilmesi, mezarlıkların, ibadet yerlerinin ortadan kaldırılması, Kürdistan'da DAİŞ kamplarıyla ve Balkanlar'dan, Kafkaslar'dan getirdiği milliyetçi-ırkçı Türk kesimleriyle Kürdistan demografyasını sistematik bir tehcir politikasına tabi tutarak Kürdistan'ı Kürtsüzleştirmeye çalışması, bu savaş ittifakının kuruluş gerekçesidir. Şu anda Kürtlerin karşısında böyle bir soykırım savaş ittifakı duruyor. En alçakça yöntemlerle Kürtlere karşı savaşan böyle yok edici bir savaş rejimiyle asla konuşulamaz. Bugüne kadar yaptığımız ve bundan sonra da yapacağımız tek şey bu soykırımcı rejimle mücadele etmek olacaktır ve bu özel savaş rejimini tasfiye etmek demokratik bir Türkiye için elzem bir görevdi" ifadelerinde bulundu.
Besê konuşmasının devamında şunları belirtti:
"Kürtlerin ne istedikleri bellidir, nettir. Kürtler demokratik bir cumhuriyet altında kendi öz kimlikleri ve kültürleriyle demokratik özerk bir sistem temelinde özgürce yaşamak istiyorlar. Kürtler özyönetim sistemine dayalı demokratik cumhuriyet içinde demokratik özerklik istiyorlar. Sınırları mesele yapmadan demokratik cumhuriyet çatısı altında kendi kendisini yönetmek istiyorlar. PKK'nin, KCK'nin çözüm projesi de demokratik özerkliktir. PKK bu talepleri kabul eden her güçle görüşür, konuşur. Kabul etmeyene karşı ise başarıya ulaşıncaya kadar mücadele eder. Devlete rağmen demokratik özerk sistemin inşası için çalışır ve savunur.
'Bakûr'daki soykırım savaşı bir korkunun sonucudur'
Türkiye, Kuzey Kürdistan politikasıyla Rojava politikasını birlikte ele alıyor. Topyekûn savaş kararının temel bir nedeni hatta belki de baş nedeni Rojava'daki gelişmelerdir. Rojava Kürdistan'ında demokratik özerk bir siyasi yapının ortaya çıkması Türk devletini çileden çıkardı. Aynı şeyin Bakurê Kürdistan'da da gelişebileceği korkusu topyekûn savaş kararını ortaya çıkardı. Bakurê Kürdistan'daki soykırım savaşı bu korkunun bir sonucudur. Türk devleti ve mevcut savaş ittifakı Bakur'da ve Rojava'da Kürtleri katlederek, soykırıma uğratarak özerk bir statünün önünü almaya çalışıyor. Tabi Rojava'nın durumu biraz farklı. Suriye'de dünyanın tüm hegemonik güçlerinin içinde aktif yer aldığı büyük bir dünya savaşı yaşanıyor. Suriye bir bakıma ve adeta üçüncü dünya savaşının merkezine dönüşmüş durumda. Bu durum Rojava'nın durumunu çok daha hassas ve özel kılıyor. Çünkü Rojava devrimi, Kürtleri, Suriye'nin ve bölgenin temel aktörü-belirleyeni yapmış durumda. Kürtleri dikkate almadan hiç kimse Suriye'de adım atamıyor. Herkesin çıkarı Rojava ile ilişki içinde olmaktan, diyalogdan geçiyor. Fakat bu konuda Türkiye'nin algısı ve politikası çok farklı. Türkiye, Kürt düşmanlığından kaynaklı Rojava'ya karşı ırkçı bir siyaset yürütüyor. Türkiye kendi çıkarını Rojava ile diyalog kurmakta değil, savaşmakta görüyor. Bundan kaynaklı Türkiye ile uluslararası güçlerin çıkarları-politikaları çelişiyor ve çatışıyor. Uluslararası güçler Suriye'de çıkarlarının zarar görmemesi için Türkiye ile Kürtler arasında bir denge politikası yürütüyorlar. Her iki tarafı da deyim yerindeyse idare etmeye çalışıyorlar. Türkiye'yi dengelemek için Bakurê Kürdistan'daki soykırım savaşına onay veriyorlar. Bu savaşta tarafları zayıf düşürerek kendilerine bağlamaya çalışıyorlar. Diğer taraftan AKP'nin ittifak gücü DAİŞ'i havadan vuruyorlar. Kısacası Türkiye ve Kürtlere karşı 'tavşan kaç, tazı tut' politikası yürütüyorlar.
'PKK hiçbir koşulda ve şartta güçlerini sınır dışına çekmez'
Türk devletinin, mevcut AKP, Ergenekon, MHP ve Ulusalcı CHP savaş ittifakının en temel amaçlarından biri de Rojava'daki statüyü ortadan kaldırmaktır. Türkiye beş yıldır Rojava'da Kürtlere karşı korkunç bir savaş yürütüyor. DAİŞ ve diğer El Kaide çete güçleri bunun için Türkiye tarafından geliştirildi, güçlendirildi. Türkiye, Rojava devrimini tasfiye etmek için beş yıldır bu çete gruplara her türlü desteği vererek, Kürtlerle savaştırıyor. Türkiye'yi yöneten bu zihniyetin Rojava düşmanlığı bitmez. Son süreçte yeni bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. Türkiye'nin Minbic-Azez hamlesine sessiz kalması karşılığında PKK'nin güçlerini çekmesi gibi bir algı operasyonu yapılıyor. İşte PKK gücünü çekerse Türkiye'nin kırmızıçizgisi olan Fırat'ın batısı fobisi ortadan kalkacak gibi bir algı operasyonu derinden derine geliştirilmeye çalışılıyor. Bu algı operasyonunu yapan aynı güçlerdir. Kürtlere soykırım uygulayan ve bunu destekleyen güçlerin kendisidir. Bu PKK'yi tasfiye anlayışıdır. PKK güçlerinin sınır dışına çıkması tarihi çoktan kapandı. Bunun çözüm olmadığı aksine tasfiye siyasetine yol açtığı çok iyi görüldü. Artık PKK hiçbir koşulda ve şartta güçlerini sınır dışına çekmez. Kürtlerin tek güvencesi ve garantisi gerilladır. Irkçı-faşist bir devlet ve iktidar gerçeği var olduğu müddetçe bu gerçek hiçbir koşulda değişmez.
Kürtler yalan, hile ve komplolara gelmezler'
Çok iyi biliyoruz ki PKK gerçeğini reddeden, Rojava gerçeğini asla kabul etmez. PKK'yi reddeden ve tasfiye etmeye çalışan her güç Kürt düşmanıdır. Bu güçler özgür ve iradeli Kürdü kabul etmiyorlar demektir. Yüzlerce yıldır yaşandığı gibi kendi politikalarına hizmet eden köle Kürdün peşindedirler demektir. PKK demokratik çözüm hareketidir. Kürdistan'da ve bölgede demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyor. Rojava devrimi Önder Apo'nun sınırsız emeklerinin ve mücadelesinin sonucudur, bu değerli çabaların görkemli bir zaferidir. Önder Apo'yu ve PKK'yi reddetmek ve tasfiyesini istemek, Rojava devrimini tasfiye etmeye çalışmaktır. Kimse özel savaş söylemleriyle hakikatleri çarpıtıp Kürtleri kandırmaya çalışmasın. Kürtler bu yalan, hile ve komplolara gelmezler. Rojava ve demokratik Suriye politikasında samimi olanlar Türkiye'yi demokratik çözüme yöneltirler. Önder Apo ile resmi müzakere sürecini destekler ve dayatırlar. Türkiye'nin demokratikleşmesi için Erdoğan ve AKP'yi, AKP'nin kurduğu savaş ittifakını etkisiz hale getirmeye çalışırlar. Bunlar yoksa ki yoktur o halde bu demektir ki Kürtler üzerindeki uluslararası komplo farklı şekillerde devam ediyor. Bu noktada tüm Kürtlerin ve demokrasi güçlerinin uyanık ve duyarlı olması gerekiyor. Demokrasi, barış ve özgürlük mücadelesi veren herkesin sürekli bir mücadele ve direniş içinde olması gerekiyor."
(mg)