KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Zulme karşı öfkesi isyana dönüşen kadınlarla gelecek bahar…

Kadının Kaleminden
Mart 09 / 2016


 

 
Hürrem Sönmez
 
Bu ülkede 'cinsiyet'in ne anlama geldiğini kavrayacak yaşlarda değildim henüz, kötülük hakkında ise 'anne tembihleri' mesnetli bir fikrimiz varsa da sınırlarının nereye kadar gidebileceğini pek bilmiyorduk elbette.
Dinlediğimiz masallarda kötüler asla amacına erişemez, iyiler hep kazanır, sonra da bir ömür boyu mutlu yaşardı. Ama gerçekler farklı olmalıydı, zira anneler sık sık tekrar ederdi, "Tanımadığın biriyle sakın bir yere gitme, kalabalık yerlerde elimi bırakma, kimsenin verdiği bir şeyi içme…" Annemizin sıcak avucundan ve evimizin kapısından ibaretti 'güvende olma' algımız.
 
Polyanna değil Jane Eyre
 
Biraz daha büyüdüğünde bulduğu her şeyi okuyan bir çocuk olmuştum, kitaplarda hâlâ kötülüğe dair fazla bir şey yoktu ama tembihler değişmemiş, aksine sıklaşmıştı. İşte o vakitler 'Jane Eyre' ve 'Pollyanna' geçti elime. 'Pollyanna' ideal bir uslu kız; oysa uğradığı haksızlıklar benzeşse de eşitlik talep eden itaatsiz Jane Eyre' bildiğini okuyor. 'Jane Eyre'in Victoria dönemi İngiltere'si için toplumsal düzene başkaldıran bir feminist olduğunu idrak etmem beklenemezdi benden; kahramanın ismini bile yazıldığı gibi okuyordum, nerede satır arasını okumak!
Ama büyüdükçe öğrendim ki kurallar yazıldığı gibi okunmuyor ve memleket bizden 'Pollyanna' olmamızı bekliyordu; verdiği nimetler için şükretmemizi, başımıza gelen musibetlere, uğradığımız haksızlıklara hep tevekkül ile yaklaşmamızı, asla isyan etmememizi…  Oysa bazılarımız daha hayata dair hiçbir şey bilmezken bile 'Jane Eyre'i sevdik, 'Pollyanna' gibi ona sunulan hiçbir şeye itiraz etmeyen sarı saçlı şirin kızdansa, itiraz eden, özgüvenli 'Jane Eyre'i seçtik. 
 
Kitabını kendi adıyla bile basamayan ve bir erkek adı kullanan yazar Charlotte Bronte 'zulme uğramışların ruhuna gururun sessiz kuvvetini biraz da olsa aşılamanın' kendine verdiği gücü ne kadar sevdiğini fısıldıyordu.  Kötülüğün sınırlarının tahayyül ettiğimizden çok daha derinde olabileceğini öğrendik geçen zaman içinde. Benim Pollyanna ve Jane Eyre'i okumamın üzerinden 30 yıl geçti.  Charlotte Bronte'Jane Eyre'i yazalı ise 150 seneden fazla olmuş. Zulme uğramış ama gururun sessiz kuvvetini ruhunda taşıyan kadınları gördüğümüz yerde tanıyoruz artık, bazen bir cenaze töreninde, bazen adliye koridorunda, bazen cezaevi aracına bindirilirken görüntülendiği bir gazete manşetinde… Egemenleri çıldırtan, zulümle silemedikleri sessiz bir gururla bakıyorlar yüzümüze.
 
Gülüp geçemiyoruz artık
 
Bugün 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü. Dünya ve memleket başka türlü bir yer olsaydı o zaman belki, 'Ona küçük sürprizler yapın, kahvaltı masasına mimozalar serpiştirin' minvalli bayat yazılara, pırlanta markalarının Kadınlar Günü'ne özel indirimlerine, her sene kadınlara karanfil dağıtan bıyıklı belediye başkanlarına daha az öfkelenir, belki de güler geçerdik hatta. Ama bıçak kemiğe dayanalı çok vakit oldu ve biz gülüp geçemiyoruz artık. Dünyanın ve memleketin düzeni başka türlü kurulsaydı, her gün öldürülen kadınların hayatta oldukları günlerden kalan fotoğraflarına, evlatları öldürülen annelerin yüzlerindeki çizgilere bakmak zorunda kalmazdık. Bu kadar kederli olmazdık belki. Ama biz uzun zamandır ölen, ağıt yakan, evi ocağı başına yıkılan kadınlara bakıyoruz.
Bu acı ve utanç sarmalı sürsün, biz hep bu uzun kış içinde yaşayalım istiyorlar. Bugün de ölmedik diye şükredelim, onlar hakkımızda ferman versin onlar hüküm tesis etsin, biz itaat edelim. Edelim ki bu devran böyle sürsün istiyorlar.
Çıplak cesetlerini teşhir ettiklerinde, yerlere iç çamaşırlarını saçtıklarında, kadınların cinsel organlarına nişan aldıklarında, işkence tezgahlarından geçirdiklerinde çiğnenen kadınların onurudur sanıyorlar. Oysa insanlığa dair her ne varsa ayaklar altına alınırken, faillerdir her gün biraz daha onursuzlaşan.
 
Yağma yok, bahar kapıda
 
Ama öyle yağma yok! Bahar kapıda. Ellerinden gelse baharın gelişini bile engellemek isteyeceklere inat, son cemre düşüyor toprağa, penceremden gördüğüm ağaçlar çiçek açmış, yapraklar filizleniyor.
En iyi kadınlar bilir üzerinde yaşadıkları toprağı, en çok acıyı da onlar çeker daima. Onların yüreği yanar savaşta, onlar tecavüze uğrar, onlar köle gibi alınıp satılır, kimi  bayrak asılı yoksul tuğla evlerden ağıt yakar, kimi aylarca evladının bir mezarı olsun diye mücadele verir.
 
Yan yana durdukları gün, zulme karşı öfkesi isyana dönüşen kadınlarla gelecek bahar.
Evlatlarını yitiren anaların acısı düşerken toprağa, oğlunun bir kemiğinin peşinde bir ömrü tüketen Berfo Ana'nın, cesedi günlerce sokak ortasında yatan Taybet Ana'nın hatırası için gelecek bahar.
Gidenlerden geriye kalan tebessümle, gözlerindeki ışıltıyla; Polen'lerle Büşra'larla Ezgi'lerle… Kucaklarında yaralı bir çocuk, beyaz yazmalarını bayrak yapmış kadınlar için gelecek.
Antalya'daki evinde beni kurtarın diye bağırırken polislerin gözü önünde öldürülen Deniz'in yalnızlığına inat, annesinin gözü önünde polis kurşunuyla ölen Dilek'in gülüşü hürmetine…  Tecavüzcüsünün başını 'Alın size namus' diye köy meydanına fırlatan Nevin için, "Hep kadınlar mı ölecek? Öldürmeseydim ölecektim hakim bey" diyen Çilem için gelecek bahar.
 
 
Aradan yıllar geçse de işkencecisine tükürür gibi seni unutmadım diyen, tecavüze uğradığı için intihar eden, köyde, kentte, kasabada, kalbi kırılan onuru çiğnenen tüm kız kardeşlerimiz için gelecek bahar…
Aylardır cehennemin ortasındayız. Kamu vicdanı dediğimiz şey lâl olmuş susmuş. Çıplak kadın cesetleri atılıyor önümüze, insanlığımız da haysiyetimiz de paramparça olsun diye var güçleriyle saldırıyor, "Doğum yapan kadın vatani bir görev yapıyor" diyerek, "Cennet anaların ayakları altındadır" diyerek kadına değer bahşettiklerini zannedenler. Bilmiyorlar; kendi cehennemlerine gidecek taşları o anaların, o kadınların öfkesiyle döşediklerini. Bu topraklardaki müesses nizamın ve erkek adaletin döverek, öldürerek, tecavüz edip "Rızası vardı" diyerek içimizde büyüttüğü öfkeyle döşeniyor o taşlar…
Polis şiddetine karşı 'Barış için, emeğimiz için diz çökmeyeceğiz' diyenlerin, evini yakıp yıkanlara karşı başını eğmeden 'Biz buradayız hiçbir yere gitmiyoruz' diyenlerin gururu, Cerattepe'nin 'Bu dağlar bizim' diyen, Soma'nın 'Biz adalet istiyoruz' diyen kadınlarının öfkesi  birleştiğinde gelecek bahar.
 
Başka başka hayatlarda, başka başka mücadeleler veriyor kadınlar, her birinin hikayesi ayrı. Nafaka ödemeyen kocasına rağmen dişiyle tırnağıyla çocuk okutuyor biri, diğeri kırılan kalbini onararak devam ediyor hayata, en güzel gülüşlü olanın bombalar ile paramparça oluyor bedeni, aslında sadece 'Hayır' dedikleri için öldürülüyor kadınlar, devlete, kocaya, babaya, koskoca bir dünyaya itiraz ettikleri bu devran böyle gitmez dedikleri için. Her birinin yüzü hafızamızda, acısı kalbimizde. 
 
'Gece vakti sokakta ne işi vardı', 'Mini etek giymese tecavüze uğramazdı', 'Öldürüldüğüne göre demek ki teröristmiş' diyenlere, 'Ya benimsin ya toprağın' diyenlere, 'Ya sev ya terk et' diyenlere, erkekliğine dokunanlara, 'kadın dediğin' diye başlayan cümleler kuranlara  inat;  kadınlarla gelecek bahar, kuşlarla, gülüşlerle ve onların rüzgarda dağılan saçlarıyla.
Ne ana, ne bacı, ne yatakta fahişe, ne mutfakta aşçı… Her ne olmak istiyorsak o olacağız, yani kadın!  Madem ki dünyanın yarısıyız, hayatın ve dünyanın tamamına talibiz, vazgeçmeyeceğiz, pes etmeyeceğiz olur da o günleri görmeden gitmek icap ederse bu dünyadan  'Bin ahımın hakkı toprağa kalsın'  diyeceğiz ve duyacağız ardımızdan yürüyen kız kardeşlerimizin ayak seslerini.
 
*Diken.com.tr'den alınmıştır