KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Kadın bedeni, savaşın bir cephesi

Kadının Kaleminden
Şubat 21 / 2016


 

 
Şilan Aydın
 
İnsanlık tarihi boyunca savaşlar, toplumsal cinsiyet kimliklerinin dolayısıyla da kadın erkek eşitsizliğinin inşasında ve yeniden üretiminde belirleyici rol oynamıştır. Modern devlet, bir yandan erkeği savaşmaya ve ölmeye ikna için onun savaşçı özellikler ile uyumlu, ideal bir erkeklik tanımı yaparak kendi ahlaksal normlarını dayatırken, diğer yandan da "koruyan-kahraman erkek" imgesiyle erkeğe iktidar vaat etmiştir. Askerlik hizmetinin vatandaşlık görevi olarak erkeklere zorunlu kılınması ise onların devlet kurumlarıyla avantajlı bir ilişki deneyimlemesini sağlamıştır. Böylece, hem korumak, cesaret, güç, eril anlamlar kazanmış hem de devlet kurumları erkek egemenliğinde yapılanmıştır. Vatanın savunması erkeğe yüklenen kutsal bir görev olarak var edilirken, kadının vatan savunmasında görevini, fedakâr, yardımcı, askerlere destek olmakla sınırlı tutarak kadınları toplum savunmasında cinsiyet kimliklerinden dolayı uzak durmaları gerekliliği öğretilir. Bu şekilde kadınların erkeğin vatanı koruyan, savunan konumuyla üstünlüğünü onaylayan hiyerarşik cinsiyet ilişkililerini pekiştirmiş olur. Bunun sonucu olarak savaşın yarattığı mağduriyetlerde, "şehit eşi", "şehit anası" ya da "şehit kızı" olarak savaşın acı çekeni, ağlayanı olarak kadını mağduriyetin içine sıkıştırır. Böylece her durumda gerçek aktörler, özgürlüklerini, "namus ve şereflerini" vatanlarını ve kadınlarını koruyan erkekler olur.
 
Eril modern devlet tarafından, mağdur, acı çeken ve savaşan erkeğin destekçisi olarak korunmaya muhtaç kadın ile vatan arasında bir ilişki kurularak, vatan "Anavatan" olarak tanımlanır. Vatanın kadın bedeni olarak temsil edilmesi, ulusun bir erkek kardeşler birliği olarak tahayyül edilmesinin bir sonucudur. Bu anlayışta bir kadını korumak ya da ulusu korumak birbirinden çok da farklı değildir. Bir erkek kardeşler birliği olarak ulus-devletin hükümranlık alanı vatan toprağı, varlık sebebi vatanın namusu ve bekası ise vatanı temsil eden de kadının bedenidir. Bu kadına ve onun bedenine kutsiyet atfedilir. Dolayısıyla kadın bedeni, sadece erkek akrabalığını inşa etmek üzere kullanılmakla kalmayıp, sevilip adanılacak, sahiplenilip, korunacak uğruna ölmeyi göze alacak bir aşkla bağlanılacak, yabancılardan kıskanılacak bir sevgilinin bedenine dönüşür.
 
19. Yüzyılda yapılan bazı savaşlarda çizilen sınırların bir kadının vücut hatları olarak belirlendiğini görülmüştür. Bir kadınla temsil edilen coğrafyalar ise ya emperyalist güçlerin malı baştan çıkarıcı cazibe merkezleridir ya da o güçlere teslim olmaya teşnedir. Böylelikle, savaşın kutsanmasıyla başlayan şiddetin aşırı boyutuyla ötekinin yok edilmesi, cinselliğinin aşağılanması, tecavüz ve bedenin tahribi ile sahip olma ve hükmetme dolayısıyla da "haklı davanın" kazanılması üzerine bir kutsanma ve düşmanlaştırma pratiği gelişir. Erkeklik performansları, genel olarak ötekinin kadınlarını tecavüz ve cinsel saldırıyla alçaltmak, öteki kadınlarının gücünü sindirerek kendi erkeklik kimliklerini korumaya hizmet eder. Şiddet, sadece hegomonik erkeklik pratiklerinin bir sonucu değil, aynı zamanda hegomonik erkekliği mümkün kılan ve yeniden üreten bir zemine dönüşür. Erkekliğin bozulacağı tehdidi ve tedirginliği hegomonik erkekliğin anlam dünyasında merkezi bir öneme sahip olarak, pek çok unsurla birlikte eril kimlik temelindeki bir dizi korkuya dayanır. Bu korku, öncelikle erkeklik kaybına yada erkekliğin zayıflamasına yöneliktir. 
 
Egemen erkeklik, tahakkümün öznesi olan kadının geleneksel rollerinden sıyrılarak kendisine karşı savaşmasının bir güç ve erkeklik kaybına neden olacağına büyük bir korku duymaktadır. Bu korku karşısında, savaşan kadına, erkeklik ve kadınlık rollerinin hatırlatılması gerekir. Hatırlatma ve hatırlanma statünün devamlılığı için önemlidir. Hatırlatma erkek eliyle ve tahakkümün aracı olan şiddetle gerçekleşmektedir. Şiddetin yöneldiği şey kadın bedeni, kimliği ve cinselliğidir.
 
Kadın bedeninin tahakkümü üzerinden yürütülen erkeğin savaş politikasının günümüzde somutlaştığı örneklerden birisi,  kadınların ölü bedenlerinin çıplak bir şekilde teşhir edilmesidir. Varto'da TSK tarafından 10 Ağustos'ta yaşamını yitiren YJA Star gerillası Kevser Eltürk'ün (Ekin Wan) ölü bedenine işkence edilmiş, çıplak bedeni günlerce teşhir edilmişti. Cizre'de iki kadın, öldürüldükten sonra çıplak bir şekilde fotoğrafları çekilerek bedenleri teşhir edildi. Yine İstanbul da geçtiğimiz aylarda bir evde infaz edilen 2 sosyalist kadın Yeliz Erbay ve Şirin Ölter'in vajinalarına kurşun sıkılmıştı. Her üç olayda da öldürülen ve cinsel kimliklerine saldırılan kadınlar mevcut eril sisteme karşı mücadele eden kadınlardır. Bu kadınlara karşı bir korkunun duyulması, kendi eril gücünün sarsılacağı endişesi taşıyan egemen erkekler için kaçınılmazdır. Bu korkunun karşısında erkekliğinin var olma aracı olarak şiddettin kendini göstermesi de kaçınılmaz olacaktır. Şiddetin yöneldiği şey nedir? Ve Nasıl olacaktır? Bunun cevabı aslında zor değildir. Egemen eril anlayışın ezberinde bu net ve tazedir.
 
Nasıl mı? Tam da başkaldırana kimliği ve cinselliği üzerinden. Zira, korunması gerekenin dişil bir alan olarak kurgulanmasıyla, şiddetten arınmış, fedakâr, yardımcı, moral vericiler olarak kutsanan bu kutsallıklarını ancak koruyucularına destek vererek kazanabilecekleri öğretilen aynı zamanda evde olması gereken kadın dağdadır, mevzidedir, metropolde hücre evindedir. Kadının bu hali erkekliğin bozulacağı tehdidi ve tedirginliğine neden olmuş hegomonik erkeği ciddi anlamda korkutmuştur. Zira kadının silahlanması, yani şiddet aracını, özgürleşme için kullanması erkek için alışılmış bir durum değildir. Kadının özgürleşme arayışı ve mücadelesinden rahatsızdır. Burada şu hatırlatılmak istenir: "Senin geleneksel rollerin bellidir, kadınsın, cinsel bir nesne olmaktan başka bir şeye sahip olamazsın." Vajinaya yönelik saldırının ve ölü bedenin çıplak sergilenmesinin altında yatan bu gerçekliktir. Kadına duyulan nefretin birer yansımasıdır. Kadın, Kürt ve sosyalist kimliklerinin yüklediği çifte tahammülsüzlüğün ve ezilmişliğin tezahürüdür. 
 
Bu cinsiyetçi şiddet ile verilmek istenen mesajın kadınlar dışındaki diğer muhatabı da işgal edilen ülkenin erkekleridir. Najmabadi'nin ünlü ve anlamlı ifadeleri ile aktaracak olursam, "aşkla bağlanıp sevilecek, yabancının tecavüz ve işgalinden korunup kollanacak sevgili bedenine" yönelik cinsel saldırının karşı gurubun erkeklerini yıldırmak demoralize etmek direnişi kırıp, teslimiyetini sağlamak çabasıdır. Kadının işgalcilerin tecavüzüne ve cinsel saldırısına uğraması, işgal edilen ülkenin erkeği için ulusunun yenilgisi ve onurunu çiğnenmesi anlamına gelmiştir eskiden beri. Amaç kışkırtmak korku salmak ve moral bozmaktır. Karşı taraftaki erkeklerin erkekliğini tehdit etmektir. "Namuslarını" koruyamayan aciz varlıklar olarak işaretlemektir. 
 
Erkek egemen anlayışın binlerce yıllık, kadın bedenini zaptı üzerinden şekillenen savaş pratiklerine bir başkaldırı olarak kadın direnişi, kadınların kendi 'kader'lerinin ve tarihin seyrini değiştirme pratiği ve buna karşı uygulanan şiddetin niteliği ne olursa olsun kadınlar mücadelelerinden yılmadı yılmayacaklar. Eril egemen anlayışın direnişçi kadınların ölü bedenlerinin çıplak bir şekilde teşhirine karşı geliştirdikleri bu slogan aslında şiddettin her türünden beslenen eril anlayışa karşı verilen en güzel cevaptır.
 
"Devlet/Erkek zulme soyunduğunda kadınlar direnişi giyinir."
 
Özgür Politika'dan alınmıştır.