KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Sur'da yerden mermi toplayan çocuklar büyüyünce ne olacak?

Kadının Kaleminden
Şubat 12 / 2016


 

 
Nalin Öztekin 
 
Barış İçin Kadın Girişimi olarak Rize’den Mersin’e Antakya’dan Kocaeli’ne “yaşamdan yanayız” diyen yüzlerce kadın ile Diyarbakır’a doğru yola çıktık. Ben İstanbul’dan 5 Şubat’ta yola çıktım, 8 Şubat’ta geri döndüm. Elimde bir avuç heyecan ve bir not defteri. Yani ihtiyacım olan temel şeyler. 
 
Birbirinden renkli birbirinden güler yüzlü kadınlar. İçlerinde kimileri daha önce memleketin bu yakasına geçmemiş kimileri ise orada doğmuş, hepsi farklı heyecanlar yaşıyorlar. Akademisyenlerden öğrencilere işçilerden ev hanımlarına geniş bir yelpazede kadınlar. Hepsini bir araya getiren ölümden değil yaşamdan yana olmaları. Diyarbakır’a Sur’un yanı başına gidip ‘kadınlar vardır, kadınlar savaş istemiyor’ demek istiyorlar. Onların da en temel ihtiyaçları ‘inançları, cesaretleri ve renkleri’ yanlarında. Her birinin yüzü sözüne dökülüyor. Savaşın içine giden bu kadınlar aylardır sokağa çıkma yasakları ile yaşanan insan kıyımına rağmen umutlu olduklarını belirtiyorlar. Kadınlar burada modern dünyanın çekişmesinden bir nebze olsun arınmış. Birbirlerinin yol boyunca aç kalmamasına, üşümemesine ve dinlenmesine dikkat ediyor.
 
'Bebekten katil yaratmak' 
 
Barış için savaşın içine giden kadınlara baktıkça Rakel Dink’in ‘Bir bebekten katil yaratmak’ sözü aklıma geliyor. Beyaz berelilerin cehenneme çevirdiği bir memlekette beyaz tülbentlilerin barış mücadelesi yaşam döngüsü haline gelmiş. Birkaç kez polislerce yolda durdurulmalarının ardından Diyarbakır Sümerpark’a geliyor kadınlar, dillerinde zılgıtlar ellerinde tülbentler. Her birinin içindeki barış haykırışları gökyüzünden yeryüzüne yağmur olarak düşüyor. Düşen sadece yağmur damlaları değil, aynı anlarda Sur’da patlama sesleri ile evlere ateş düşüyor, Kürdistanlı olmak ve olmamak burada kendini belli ediyor. Bu toprakların insanları seslerin biksi ya da kanas ile ilintili olup olmadığını konuşurken batıdan gelmiş olanlar hayretler içinde arkalarında yükselen dumanlara bakıyor. Burada neyin doğal olup olmadığını varın siz düşünün. 
 
Diyarbakır yaşamak için nöbet tutuyor 
 
Basın açıklamaları, sloganlar, fotoğraf çekmek için birbiriyle yarışan gazeteciler, etrafta meraklı gözler, hüzünlü gözler derken bir kadın çıkıyor içlerinden ‘yeter, yeter, biz çocuklarımızın ölümünü değil yaşamını istiyoruz, yeter’ diye haykırıyor. Akşam hava karanlığına kadar kadınlar Sümerpark içinde nöbet tutuyor. Diyarbakır nöbetler şehrine dönüyor akşamları. Sağlıkçıların Beyaz nöbetleri, Eğitimcilerin eğitim hakkı nöbetleri, tüm insanların yaşam nöbetleri… 
 
Diyarbakır'ın can damarlarına dönüyor yüzümüz 
 
Şehrin içine süzülüyorum, her köşe başında ‘heyecanlı gazeteci avcıları’ var. Durmadan Suriçi’ne panzerlerle sevkiyat yapılıyor. Dağkapı-Sur arası yollarda küçük mavi çadırlar var polislerin kaldığı. Etraflarında kum torbaları ile çevrili mevziler. İçlerinde halı ve ısıtıcı var, tabi yanlarında zırhlı araçlar da eksik değil. Dükkanların büyük bir kısmı kapalı bir kısmı ise açık. Yönümüzü Sur’a çeviriyoruz fotoğraf makinelerini bırakarak, biliyoruz ki sadece anaakım medya çalışanları bu şekilde giriyor. İçeride FOX Tv muhabirlerine ‘haberleri çarpıtıyorsunuz’ diye tepki gösteren insanları görünce bildiklerimizi bir kez daha doğrulamış oluyoruz. 
 
Sur’un bu yıkık halini gören herkes üzülür fakat öncesini bilip bu halini görenler daha bir kahroluyor. Dar sokakları, dükkanları, arabalarda yiyecek bir şeyler satan sohbeti güzel amcaları, o amcaların beslediği kedileri, sesleri ile uzaktan kendisine çeken dengbej evi ve daha niceleri yerini çatışmalara bırakmış. 
 
Yürümeye başlıyoruz boş bir sokakta ve yasağın kısa süre önce kaldırıldığı Ziya Gökalp mahallesi muhtarı ile karşılaşıyoruz. Lale sokaktan içeri giriyoruz. Yıkıntıların arasında ateş yakıp etrafında ısınmaya çalışan insanlar var. Muhtar bir başka yıkıntı gösteriyor, burası onun çalıştığı yermiş, şimdi sadece molozlar var. 
 
Yaklaşık 10 yaşlarında çocuklar geliyor bizimle bir yandan onları dinlemeye çalışıyorum aralarında ‘bu ses kanastır, yok yok bu top sesidir, Devlet Kürdistanı insansızlaştırmaya çalışıyor’ diye konuşuyorlar. Sonra onlara baktığımı fark ediyorlar, göz göze geliyoruz, karşılıklı susuyoruz. 
 
Sur’dan giden insanlar evleri başlarına yıkıldığı için çıkıyorlar, hala tepesinde çatısı olan aileler çıkmamakta ısrarcı. Kabaca bir rakam ile 13 bini aşkın öğrenci çatışmalardan kaynaklı okula gidemiyor veya okul değiştiriyor. Bu da beraberinde bambaşka sosyolojik sorunları getiriyor. Özellikle 15-25 yaş arası gençler ciddi bir duygusal kopuş yaşamış durumda. Sadece Batı’dan değil tüm Dünya’dan görünmüyor olduklarını düşünüyorlar. 
 
'İstanbul'da film izliyorsunuz gibi düşünün' 
 
Eğitim Sen 1 nolu şube sekreteri Abbas Şahin ile görüşmemizde şunları aktarıyor: “Bir baba patlama seslerinden dolayı çocuğuna ‘İstanbul’da sinemada Star Wars filmi izliyorsun gibi düşün’ diyor.” 
İnsanlar Diyarbakır’da çok mutsuz, yedikleri yemek boğazlarından geçmiyor. Yaşananların geçeceğine inanmak istiyorlar fakat her 10 dakikada bir kendini hatırlatan sesler ile bu inanç ne kadar daha sürer bilemiyorum. Kimi insanlar panzerleri sorguladığı kadar hendekleri de sorguluyor, devleti eleştirdiği kadar YDG-H üyelerini de eleştiriyor. Ancak bunu yüzde 80’i boşaltılmış Sur’un tamamı için söyleyemeyeceğimiz aşikar. 
 
Sur'un çocukları büyüdüğünde 
 
Devlet Diyarbakır’da 90’ları canlandırıyor. Zihni savaşın tecavüzüne uğramamış toplumlar kalıcı ve sağlıklı bir barışı inşa edebilirken en büyük savaş suçları uygulanıyor. 
 
Bugün sokağa çıkma yasakları ile yerinden edilen insanların büyük bir kısmı 1990’lı yıllarda bir gecede köyü yakılarak yerinden edilenlerin çocukları ve şimdi tarih tekerrür ediyor. 
 
Savaşın en sıcak hallerini ve etkilerini şimdi gördüğümüzü zannediyor olsak da henüz hiçbir şey görmedik. Çünkü bugün Sur’da yerden mermi toplayan çocuklar henüz büyümedi.
 
*demokrathaber1.net'ten alınmıştır