Türkiye toplumsal vicdanı kendini korkunun esaretinden kurtarmalı
Kadının Kaleminden
Zilar Stêrk
Korku, demokrasi karşıtıdır. Onun hakim olduğu yerde demokrasiden bahsedilemez. Demokrasi ve özgürlüğün olduğu yerlerde ve zamanlarda korkuya yer kalmaz. Korkuyla beslenen, korkuyla yönetilmiş, sürekli korkutulmuş toplumların demokratikleşmeleri zordur ancak imkansız değildir. Türkiye’nin geçmişinde askeri mahkemeler var, askeri cunta rejimleri var. Bu ülkeyi yıllarca asker kafası yönetti. Bu askeri otorite ve yasaları çok hayat söndürdü, çok katliamlar yaptı. İnsanları korkutarak “HÖÖÖT!” diyerek yönetti.
Okullarda, askeri kışlalarda, zindanlarda zorla itaat etmeyi dayattı. Çok üzücü de olsa bu yönlü sonuç aldığını kabullenmek gerekiyor. Her türlü bedeli göze alan devrimci damar, her daim kendisini diri tutmaya, yaşatmaya çalıştı. Ancak bu devrimci damarın da başına her şey getirildi. İdam edildi, bastırıldı, sindirildi. Devrimciliği bir yana bırakalım, muhalefet bile bırakılmadı Türkiye’de. Siyasi muhalefet zaten bırakılmadı, toplumsal muhalefet ise o kadar korkutulup ürkütüldü ki, sesi soluğu çıkmaz oldu. Son kırk yıldır, Denizlerin, Mahirlerin ve İbrahimlerin ardından, ortada sadece Kürdistan devrimcileri ve Kürt muhalefeti kaldı. Türkiye devrimci damarına Kürdistan devrimci güçleri sahip çıkarak, son kırk yıldır çok büyük bedellerle besledi. Büyük bir iddiayla yürüdü ve bugüne kadar getirdi. İnce bir damardan gürbüz bir beden oluştu. Onun dışında çok ciddi bir devrimci hareket çok ciddi bir muhalefet gücü ortaya çıkmadı.
Nedeni toplumun ve insanların kafasına ekilmiş, yerleştirilmiş korkulardır. Devrim ve devrimcilik dedin mi, karşı çıkış karşı duruş, ayaklanma gibi argümanlar kullandın mı, Türkiye’de insanlar büyük bir paniğe kapılıyor. Bu tür argümanları dinlemiş olmayı bile suç ortaklığı sanıyor. Sanki birazdan eli kolu bağlanıp içeri atılacak gibi ya da sanki birazdan sokağa çıkınca acımasızca taranacakmış gibi bir korkuya kapılıyor insanlar. Bu yüzden de insanlar gerçek düşüncelerini konuşamaz, savunamaz duruma getirilmişler. Bu bir iradesizlik vaziyetidir. Vahşet ve katliam akıtan, ahlakı vicdanı ve insani değerleri yok sayan bir yönetime, kendi demokratik iradesini bu denli teslim etmiş olmak, elbette bir iradesizlik durumudur. Bu bir sosyolojik ve psikolojik durumdur. Aslında bu bir toplumsal hastalık durumudur.
Türkiye yaratılan bu gerçeğinden kaçamaz artık. Ancak bu gerçeği hızla aşmak gerekiyor. Bu gerçeği aşmak için çaba sahibi olan kesimler var. Kendi çapında ses çıkarmaya başlayan çok değerli insanlar ortaya çıkmaya başladı. Ancak korku üzerine inşa olmuş iktidar, cesaretini toplayıp destek temelinde biraz ses çıkarmaya çalışan bu insanları hemen bastırmaya, hemen ezmeye ve sindirmeye çalışmaktadır. Sokak ortasında katledilen insan hakları savunucusu Sayın Tahir Elçi buna örnektir. Eğlence programcısı Beyaz’ı ve vicdanı acıyan Ayşe öğretmenin içine düşürüldüğü durum, trajik örneklerdir. Barış ve demokrasi için çocuk ve sivil ölümlerinin durması için imza vererek tutumunu ortaya koyan akademisyenlere “müsfette” diyerek hakarette bulunması, ihanetle suçlaması, bu iktidarın küçüklüğünü, zavallılığını ve cehaletini göstermektedir. İktidarın çöküşüne işaret etmektedir. Çünkü akademisyenler toplumun vicdanı ve bilincidir.
Peki, Türkiye bu faşizme boyun mu eğecek. Diz mi çökecek?
Türkiye toplumu ve demokratik güçleri tüm korkularını yenip bu eli kanlı iktidara artık yeter demeli. Televizyonlarından eğlence programlarını değil de Kürdistan’da anlık olarak yaşanan faşist katliamları izlemeli. Bu saldırı ve katliamları izleyip ahlak ve vicdan ayaklanması yaşamamak mümkün değil. Bu ahlak ve vicdan ayaklanması artık politik örgütlü bir ayaklanmaya dönüşmeli. Herkes dizlerinin üzerine kalkıp ayaklanmalı.
Kırk yıldır demokrasi ve özgürlük mücadelesini veren Kürtler oldu. Bu günden sonra da vermeyi sürdürecek. Kürtler er geç özgür ve demokratik bir yaşamı bu topluma yaşatıracak. Verdiği bedeller, bu konudaki ısrarlarını ve iddia düzeylerini, aşk ve tutku düzeylerini ortaya koymaktadır. Türkiye demokratik güçlerinde demokrasi ve özgürlüğe tutku düzeyinde aşk düzeyinde bağlılık zayıftır. Gelin hep beraber bu aşkı bu tutkuyu büyütelim. Demokrasi aşkı ve tutkusu karşısında en azgın, en faşist iktidarlar bile erimekten ve toplum iradesi karşısında küçülmekten ve hak ettikleri cezayı görmekten kurtulamazlar. Yeter ki Türkiye toplumsal iradesi, tıpkı Kürt halkı gibi kendini korkularının esaretinden ve tutsaklığından kurtarsın, içindeki insani yanın, vicdani ve ahlaki yanın coşmasına, ayaklanmasına izin versin.
Özgür Gündem'den alınmıştır