KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Yaralıyı taşıtmayan, şehirleri taşıyacakmış!

Kadının Kaleminden
Ocak 20 / 2016


 

 
 
Ayşe Batumlu 
 
9 yıl oldu, Hrant’ın kanı, 100 yıldır zaten Ermeni halkının kanı yerde.
 
Barış ve çözüm isteyen akademisyenler de, “Çocuklar ölmesin” diyen Ayşe öğretmen gibi, devletin hedefinde. O kadar çok ki yazılacaklar ve yapılacaklar, hiçbiri bekleyemez yarını! Hele bir tanesi var ki, tüm yaşadıklarımızın özeti gibi!
 
Yaralı Hüseyin çocuk, öldürüldü! Dört gün boyunca; aç, susuz, kanının yarısı damarından boşalmış, bekletilerek. Kim bilir hangi gündelik telaşımızda, görmez, bilmez gibi yaparken; aslında tam gözümüzün önünde, can çekişe çekişe öldü! “Katledilip 7 gün sokak ortasında bırakılan ölüden daha beter ne olabilir” diyorduk, gördük! Ne çok bekledi kim bilir, ne çok umutlandı... “İnsanlık ölmemiştir mutlaka bir yerlerde” diye düşündü.
 
Öyle ya, bu yara öldürmez ki bu yüzyılda! En fazla bir sargı, dikiş, belki ameliyat. “Yok canım, ölüme terk eder mi insanlar onu orada öyle? Mutlaka elini tutacak birileri gelecek. Herkes uyaracak birbirini: “Çocuk yaralıymış duydunuz mu? Yaralı bekletilir mi hiç çocuk? Hangi kitaba, hangi vicdana sığar zaten böylesi? Çocuğu kurtarmalıyız, kurtaracağız! Kıyameti koparacak, o ambulansı oraya, o çocuğu hastaneye götüreceğiz!” diyecek insanlar bağıra çağıra! Hüseyin çocuk, böyle bekledi mutlaka...
 
Sonrası malum. Belki malum bile değil, bazılarınca. Belki gücenmedi bile bize ölürken; son ana kadar umudu kesmediğinden veya artık hepimizden umudu kestiğinden ve gücenmeye bile değmeyeceğimizi düşündüğünden. Çünkü, yer yüzünün hiç bir canlısı bu kadar acımasız, bencil, vurdum duymaz değil.
 
16 yaşında bir çocuk, bir masum, kendisini, ‘devletinden’ koruyabilmek için; bir cephede değil, sınırda falan da değil, ‘kendi evinden’, hani o doğduğumuz günden beri, ana rahminden sonra belki de çoğumuzun en güvende hissedebildiğimiz yerden, ‘daha güvenli’ bir yere geçmeye çalışırken, ayağından vuruldu! Gidemesin diye sanki bir yere. Çocuğa, ambulans şoförüne, silahsız sağlıkçıya, beyaz bayrak taşıyana yeten güç! Ayağından vurulmuş bir çocuğu, tüm yakınlarının, avukatların, bazı siyasetçilerin yardım çığlıklarına rağmen; dört gün, nerdeyse 100 saat boyunca, yaşamla ölüm arasında bekleterek canını alan güç! Bu öldürmekten daha fazla! Kendi yurdunda, hastanenin iki adım ötesinde, ıssız yerlerde değil! Ve ‘büyük’ devletinin egemenlik sınırları içinde, özyönetiminde değil!
 
Devlet ne güzel koruyor değil mi ‘ülkenin topraklarını’, o toprakların gerçek sahiplerinden, bebelerden! Kendi ülkesinin bir bölümünü işgal edip, JÖH, PÖH, SAS,  derken, bu kez de bordo bereliler göndererek, tam 4 tabur!
 
Devlet, topraklarının bir kısmını o toprakların sahiplerinden kurtarıyor! Şimdi daha iyi anlaşılıyor mu, özyönetim neden lazımmış! Hem de Edirne’den, Van’a tüm Türkiye’ye!
 
Kürt sorununu bizzat yaratan ve 40 yıldır çözümsüz kılan devlet aklı, aynı başarısız yöntemleri ‘deniyor’ durmadan. Tozlu raflardan indirilip, revize de edilmeden alel acele yürürlüğe giren kayıt dışı bir ‘Şark ıslahat planı’ ve başarısız olduğu tescilli tüm dahiyane yöntemler uygulanıyor bir bir.
 
“Önce asker ve polisi yığalım, olmadı demografik yapıyı değiştirmek için bölgeye başka insanlar yerleştirelim, olmadı tek tek vuralım, olmadı zindana tıkalım, olmadı merkezleri taşıyalım!” Bak en yaratıcısı da bu sonuncusu! Eğer Hakkari ve Şırnak’ın merkezini taşırsan, ‘olaylar’ dışarıda kalır değil mi? Aslında en iyisi Ankara’yı taşımak ama...
 
Oysa ne çok imkan sunuldu devlete Kürt siyasi hareketi ve liderleri tarafından, çözüm için! Öcalan’ın çözüm haritası biraz dikkate alınsa, ortak yaşam kriterleri yavaş da olsa yaşama geçirilse; asker, polis, gerilla, sivil, bunca kan dökülmemiş, dibine kadar bataklığa saptanılmamış, olurdu!
 
Eğer yaralı çocuğu taşıtmıyor da şehir merkezini taşıyorsa bir devlet, bilin ki çözüm istemediğindendir!
 
Ya halkları ne ister? Her gün onlarca gencin (ayrımsız söylüyorum) cenazesini mi? Eğer bu değilse istenen, sevgili Hatip Dicle’nin büyük bir içtenlikle ve isabetle söylediklerine kulak verelim. Halklarımızın barış içinde bir arada yaşaması için belki de son şansımızı heba etmeyelim. Zira, devletin ‘zalim’den başka sıfatına tanık olmamış; bahçesinde katledilen, sokakta 4 gün can çekişerek ölmesine neden olunan çocukların arkadaşları, kardeşleri, güvenip, aynı çatı altında, beraber yaşamak istemez bir daha! İstemeleri için bir sebep kalmaz. Yaralısını taşıtmayacak, şehrinin gerçek merkezini de taşıtmaz!
 
Özgür Gündem'den alınmıştır