Vahşet ve yeni direniş hakikati
Kadının Kaleminden
Sara Aktaş
Halkın devlet şiddetine karşı geliştirdiği özyönetim ilanlarının gerçekleştiği son altı ayda 17 ilçede 163 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu süre zarfında kadına dönük şiddet her gün artarken yılan soğukluğunda gerçekleştirilen her türlü zulüm ve vahşet örneklerine tanık olduk. Savaş hukukunda....
Halkın devlet şiddetine karşı geliştirdiği özyönetim ilanlarının gerçekleştiği son altı ayda 17 ilçede 163 gün sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu süre zarfında kadına dönük şiddet her gün artarken yılan soğukluğunda gerçekleştirilen her türlü zulüm ve vahşet örneklerine tanık olduk. Savaş hukukunda yaşama olduğu gibi ölüye de dokunulmazlık varken yasaklar boyunca cenazelerin sınırda bekletilmesi ve mezarlıkların bombalanması, Ekin Wan’ın şahsında kadın bedeni üzerinden yürütülen savaş, ölü bedenlere reva görülen zulüm, kadına yönelik cinayetler ve yargısız infazlar sıradan bir hal almaya başladı. Bu ilanlar süresince sergilenen vahşet köklü bir savaş stratejisi olarak sadece sivil insanlara karşı değil, tarihe, kadınlara, çocuklara ,doğaya ve kıpırdayan herşeye karşıydı. Tıpkı Goya’nın İspanya’ya saldıran Fransız ordusunun vahşetini gösteren resimleri gibiydi yaşananlar.
Bu yasaklar boyunca olabildiğince vahşi davranılarak verilmek istenen mesajların olduğu kesin. Bu vahşet biçimiyle amaçlanan sadece savaşı kazanmak yada varolan tepkiyi bastırmak değildir kuşkusuz. Temel amaçlardan biri insanların belleklerinde ve ruhlarında kalıcı etkiler bırakarak bir daha asla tekrarlanmamasını sağlamak, korkuyu kalıcı ve baki kılmaktır. Bu savaş stratejisinin altın kuralı karşı gücün direnme gücünü ve isteğini tamamen kırmak ve kalıcı bir itaate sürüklemektir. Mitolojik söylencelere kadar giden bu zihniyetin günümüze kadar kendini taşırken bu amaçtan çokta sapmadığını belirtmek mümkün. Örneğin Perseus’un Medusa’nın başını kesmesi bir öldürme davranışıyken kestiği başı kalkanına taktıktan sonra korku salarak tam itaat sağlamak istemesi aynı zihniyetin ürünüdür. Yine bir osmanlı geleneği olarak da bildiğimiz Türkiye cumhuriyetinin ilk kuruluş yıllarındaki isyanlarda da görülen “beşiktekini beşikte eşiktekini eşikte” zihniyeti ile yapılan operasyonlar tam da bunu ifade etmektedir. Ruanda’da bir milyona yakın Tutsi’nin öldürüldükten sonra parçalanması kadar... 1990’lı yıllarda gerillaların cenazelerini parçalama kulak, burun, parmak kesme uygulamaları da aynı amaca odaklıdır. Bu bakımdan özyönetim ilanlarının yapıldığı alanlarda Allah-u Ekber diyerek sivil insanlara saldıran vahşet ve zülüm çetelerini de anlamamız çok zor değil. Yaratılmak istenen korkunç imge ve mesajlarla insanların itaat edip hizaya getirilmesi kadar korku ve yılgınlık yaratılarak o ilçelerin insansızlaştırılmasıda hedeflenmektedir.
Breton “Acının Antropolojisi” isimli kitabında; bir insanın yada devletin gücü hiçbir ayrıcalığı kurbanları yada yasa aracılığıyla tehtit altında olmasa da verebileceği acıların toplamıyla ölçülüdür. Acı çektirme özgürlüğü iktidarın gölgede kalmış yüzüdür der. Açık ki sokağa çıkma yasakları boyunca sergilenen vahşet tamda Breton’nun dediği gibi oluşturulmak istenen mutlak itaat için acı çektirmeyi siyasal bir denetim biçimine dönüştürmek ve insanların belleklerinde silinmez izler bırakmakla yakından bağlantılıdır. Cellat olan orada sadece kurbanının boyun eğmesini hedeflememekte aynı zamanda kimlik duygusunu kırarak bir güç gösterisi yapmaktadır.
Erkek egemen zihniyet ve kodlarına karşı 40 yıldır mücadele eden Kürt halkı ve kadınları, hem politik arenada, hem de askeri ve toplumsal alanda verdikleri mücadele ile hiç kuşkusuz önemli mevziler elde etti. Canıyla kanıyla direnerek yaşamın öznesi haline dönüşen Kürt kadınları, tüm bu baskı ve vahşet politikalarına rağmen tarihlerinden ve örgütlü iradelerinden, Sakinelerden, Beselerden, Zilanlardan, Beritanlardan aldıkları mirası bugün özyönetim alanlarında taçlandırıyor. Cins mücadelesinin toplumsal mücadeleye ve örgütlü bir kadın iradesine dönüştüğü, hiçbir yıldırma biçiminin bu inanç ve kararlılık karşısında başarılı olamayacağı ise geliştirilen her direnişte defalarca kanıtlanmış bir hakikattir. Bu bakımdan özyönetim alanlarında sergilenen vahşetin yeni direniş hakikatleri açığa çıkaracağı kesindir. Bu hakikatlerin şimdiden yepyeni bir yaşamın umudu, garantisi ve sembolü olduğunu belirtmek zor değil.
Özgür Gündem'den alınmıştır