Esenler Otogarı'nda Elden Ele Dolaşan Kırmızı Bir Battaniye
Kadının Kaleminden
Filiz Gazi
Günlerden geçen hafta perşembe. Esenler Otogarı'nda, Cumhuriyet Camii'nin etrafında birkaç saatimiz geçmiş. Türkiye'nin birçok kentinden yola çıkan mültecilerin bir kısmı dağınık halde otogarın içindeler. Bir kısmı Cumhuriyet Camii avlusunda, bir kısmı hemen camiinin önünde, bir kısmı ise az aşağıda Türk bayrağının yatay asıldığı yerde, sıcağın altında iç içe vakit geçiriyorlar. "Kapılar açılacak" umuduyla bir bekleyiş var. Herkes olduğu yerde kalmak zorunda. Camiinin önündeki baba, 6 yaşındaki oğlunu annesinin yanına yani hemen karşımızdaki camiinin avlusuna göndermek istiyor. Bunun olamayacağını söylüyor gençten polis. "Prosedürler ve bizim de aldığımız emirler var" içerikli cümleler duyuyoruz. Listeler tutuluyor. Ne için tutulduğunu bilen yok. Listeleri hazırlayan kişi de dahil buna.
Konuştuğumuz insanlara gelmeden hikayenin sonundan başlayayım. Tabiri maruz görün, işimiz bitmiş. Güneş gelmeyen gölgelik bir yerde oturmuşken JINHA muhabiri Rojda Oğuz, kırmızı bir battaniye taşıyan birini gözleriyle takip etmeye başlıyor. "Yardım ediyoruz diye onu gösterecekler" diyor ve battaniyenin peşine takılıyoruz.
Battaniye yetkili biri tarafından getirilip, başka az yetkili birine veriliyor. O da verilen battaniyeyi, biraz sonra başlayacak, bir ana haber bültenine bağlanacak canlı yayın sunucusuna vermek üzere kenarda beklemeye başlıyor. Bu arada kanal ekibinin yeni gelmiş olduğunu belirteyim. Tiyatro sahnesindeki rolüne tam vaktinde gelen bir oyuncu kafilesi gibiler. Güneşin altında bekleyen insanların hikayeleri belli ki esas amaçları değil.
Canlı yayın başlamadan sunucunun eline veriliyor kırmızı battaniye. Konuşmaya başlıyor. Tam ne dediğini duyamasam da gayet ciddi, gayet şık. Bir iki dakika süren yayın bittiğinde battaniye, sunucunun elinden alınıyor ve o gidiş o gidiş.
Çok yetkili olduğunu düşündüğüm birine battaniyenin numunelik mi gösterildiğini soruyorum. Aşağıda kamyonun beklediğini, içinde battaniyeler olduğunu ve dağıtım esnasında bize haber vereceğini söylüyor. Dört gündür orada olan insanlara şimdi mi verilmek akla gelmiş? Hem bir canlı yayın sonrası mı yapılır bu yardım işleri? N. Chomsky'nin ya da ne bileyim E. Galeano'nun, "işte devlet" temalı, kısa hikayelerinden biri gibi. Fark etmiyor. Ha oradan meseller ha buradan.
Konuştuğumuz çoğu insan, ortak bir masala inanmış. Çeşitli ülke adları geçiyor. İtalya, Almanya, İsveç gibi. Avrupa'ya gideceklerinde rahatlayacaklarını düşünüyorlar. İş imkanlarının daha fazla olduğunu ve rutubetli evlerden kurtulacaklarını. Ve bir diğer çok duyduğumuz şey ise çalıştıkları yerlerden alamadıkları paraları. Öyle büyük paralar değil. Küçük patronların sömüreceği kadar paralar. Malum, memlekette, herkes dişine geçirebildiğine, kendi gücü ölçütünde gaddarlık yapıyor.
Hanife Alo, savaştan kaçtık diye söze başlıyor. Evlerine bomba isabet etmiş. 2 yıl Lübnan'da yaşamışlar. Çocuklarının hepsinin bir yerlere dağıldığını söylüyor. Niye burada kalmıyorsunuz diye sorunca burada hayatın zor ve pahalı olduğunu, onlara verilen evlerin kullanılamaz halde olduğunu söylüyor. "Rutubetli evler" diyor. Nefes darlığı da olunca kalmak istememiş o evlerde. "Çok fazla insan öldü denizde" diye ekliyor. Ölenler arasında komşuları da varmış. "Kapının açılmasını bekliyoruz" diyor.
Amine, kiraların çok fazla olduğunu söylüyor. Bebeğini düşürmüş kaçış yolunda. Eşi deniz yoluyla gitmeyi denemiş, son anda boğulmaktan kurtarılmış. 8 yaşında olan kızının okula gitmesi gerektiğini söylüyor. Diğer iki kızı henüz okul yaşında değiller. Tek isteği, çocuklarının okula gitmesi ve aç kalmamaları.
Semira, Afrin'den gelmiş. 3 yıldır Türkiye'de yaşıyor. O da diğerleri gibi buranın pahalı bir ülke olduğunu söylüyor. "Deniz yoluyla gitsek boğuluruz, kara yoluyla gitmek istesek kapıları açmıyorlar. Günlerdir burada bekliyoruz" diyor. Avrupa'da yaşam koşullarının daha iyi olduğunu düşünüyor. Bunu nerden bildiğini sorduğumuzda ise öyle duyduğunu söylüyor. Bu soruya herkesin cevabı hemen hemen aynı. Duymuşlar.
Rıha, annesi ve bebeğiyle Almanya'ya altı kere deniz yoluyla gitmeyi denemiş. Boğulma tehlikesi yaşamışlar, son anda kurtarılmışlar. Babası, eşi ve kardeşleri geride kalmış. Bebeği 4 aylık. O da oradaki herkes gibi kapıların açılmasını beklediğini söylüyor ve Avrupa'da yaşayabileceklerini.
Şercanga, Kamışlo'dan geliyor. O da Türkiye'deki ev kiralarından bahsediyor. "Kendi ülkemizde bize yaşama izni vermiyorlar. Başka bir ülkeye geldik, burada da yaşama hakkı verilmiyor bize. Biz nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Bize artık bir çare bulsunlar. Ya burada kalalım ya da izin versinler gidelim" diyor. Suriye'de Esad'ın askeriymiş Sercanga. Irak'a kaçmış, oradan da Türkiye'ye gelmiş. 1 yıl 6 ay askerlik yaptığını söylüyor. Bütün ailesi Suriye ve Irak'ta kalmış. Hangi ülke olursa olsun gitmek istediğini, artık insan gibi yaşamak istediğini söylüyor.
Bu anlatılanları dinledikten sonra kırmızı battaniyenin peşine takılıyoruz. Daha sonra DurDe Platformu'nun basın açıklaması yapılıyor. Orada da bir esnaf, aktivist olduğunu söyleyen insanlara laf atıyor. Basın metninin arasında "Ne diyor bunlar. Hükümete çakmak için yapıyorlar. Herkes özgür. Gitsinler işte." Otobüs firmaları bilet satmıyor mültecilere. Birkaç gün önce İçişleri Bakanlığın'nca, izin belgesi olmayan mültecilerin, şehirler arası yolculuk yapmaları yasaklanmış. Beyefendinin bunları bilip bilmediğini bilmiyoruz. Bilse de fark eder mi, emin değilim.
Bugün orada oluşlarının 8. günü. Çok, çok kötü durumdalar diyeyim. "Yer edinme ve yaşayabilme" hikayeleri devam ediyor.
Rojda Oğuz'a çevirileri için teşekkürler.