KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Türkiye hükümetleri tarafından kurulan ülke Kürdistan

Kadının Kaleminden
Eylül 07 / 2015


 
Filiz Gazi 
 
90'lara döndük mü dönmedik mi? Bitmemiş bir savaşta nasıl başa dönülsün? Şimdi, kalınan yerden devam ediliyor. Gerçi şöyle de düşünülebilir. Ölenlerin ismi değişse de, savaşın kendisi bir tekrar. Değişen teknolojiyle, bazı değişiklikler oluyor elbette. Örneğin herkes her şeyden haberdar. Nadir olaylarda faydasını gördüğümüz bir değişim olsa da bu.
 
Bir kaç günde "savaş konsepti" hazırlanabildiyse eğer, bu aynı zamanda çatışmasızlık döneminde hiç bir şey yapılmadığının da bir göstergesi sayılabilir. Evet, bir taraf silahlarını gömmemişti. Buna karşılık devlet de toplumdaki milliyetçi, militarist damar için hiç bir şey yapmadı. Hazırda tutulan kimi toplumsal tepkiler ara ara yoklandı. Meydanlarda Kürdün, Alevinin, Ermenin akıllardan çıkarılmaması gereken düşmanlar olduğu hatırlatıldı. Gördük ki, devlet de dilini gömmedi.
 
Yüzleşme, hakikat komisyonları kurulmadı. İşlenen suçların failleri aklandı, bilinmeyen faillerin bilinmemezliği özenle korundu. Ölümler devam etti, barış dönemi olduğu için ses edilmedi. Ortalık karışmasın diye sessizce gece gömüldü insanlar. Bildiğiniz şeyler işte.
 
Diğer yandan, bir kaç sonu gelmeyen tartışma da sonlanmak zorunda kaldı. Bunlardan ilki, "Kürtler nerde!" sorusunun kastettiğiydi. Kast edilen şey -özellikle bugünlerde- kendi kendini imha etmek zorunda kaldı. İkinci sonlanan tartışma, Gezi sonrası oluşan romantizmin dedirttiği, "bir aradayız" mutluluğunun, gerçeklikle alakalı sözler olmadığı oldu. Yeni günler ne gösterir bilinmez. Şimdilik bunlar kesin bilgi.
Bir Fransa değildik elbette ama isterdik "Aydınlar nerede? Entelijansiya nerede?" sorularını soralım. Burun kıvrılsa da popüler kültürün yüzleri olmaları onların tepkilerini daha önemli kılıyor. Sıla Gençoğlu'nun ve Mabel Matiz'in attığı twitler bu yüzden çok önemli. Televizyona çıkmayı reddeden, dizi setlerine ara veren, programlarını kesen ünlülerimiz olsa ne olurdu? İmza listelerine binaen tepki gibi tepki olurdu. Oysa, "diğer konuları kes!" içerikli, bangır bangır yarışma programları yürüyor salonlarımızın ortasına ve ölen askerlerin haberi milli maçtan sonra veriliyor. "Her şey vatan uğruna" olsa da öncelikler belli. 
Kredi kartlarını kullanmamak, GSM şirketleri aboneliğine son vermek vs. Söylemesi kolay, yapması zor şeyler. Dibin dibini milyonlar görmediği sürece, büyük çapta yapılabilecek sivil itaatsizlik eylemlerinin olabileceğine inanmak zor. Bir İzlanda değiliz elbette. 10 bin Suriyeli mülteci insana ev açan İzlanda'ya karşılık, bizim ev sahipleri, aynı evde bir kaç aile yaşadıkları takdirde kiralarını daha kolay ödeyebileceklerini söylüyor. 
 
Aslında her ülke küçük bir dünya. Bir kaç yüz km ötendeki şey seni ilgilendirmiyebiliyor. Kolaya kaçan muhabir sorusu: "Bölgede yaşanan savaş hakkında ne düşünüyorsunuz?" Bir şeyler söyleniyor. "Barış için somut ne adımlar atılabilir?" Cümle içinde STK'lar, kadın örgütleri vs… geçiyor. O esnada dinleyen hepimiz biliyoruz. Bunlar evet ama yine olan oluyor. 77 milyon 695 bin 904 kişi nüfuslu koca bir memlekette kendi imkanlarıyla koşturan bu kadar az insan niye? Yanıtlar basit, tecrübesi zor.
 
Bir sokak icadı olan hendek kazma yöntemi, sıkıştırılan insanların "bari burdan öteye geçme" demesi gibi okunabilir. Kocaman bir coğrafyada, mezralara varana kadar üzerlerine gidilen insanların tepkisiyle anlıyoruz ki bir köy, bir mezra bir ülke de olabiliyor.
 
Fiili anlamda olmasa da, aynı devletin hakim olduğu topraklar üzerinde ikinci bir sınır çizgisinin olduğunu fark ediyorsunuz. Batı'nın Doğu'yu görmemesiyle açıklanan çoğu şeyin bir nedeni daha olduğunu. Her ne kadar bağımsızlığın (özerkliğini diyoruz son yıllarda) kazanılamadığı düşünülse de sanıldığı gibi değil. Gelen giden her iktidar farkında olmadan, bir bölgeyi zapturapt altına almaya çalışırken, bir ülke olmuş orası. Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin ve oralarda olanlara oralı olmayan vatandaşlarının kurduğu bir ülke. O yüzden çoğu Kürdistan'ı konuşurken, çok uzaklardaki bir yer konuşuluyor gibi hissediyorum. Zinhar, buralardan oralara müdahale gücünün olamayacağı. Bir kaç hafta önce, sosyal medyada Lice'de olan olaylar, İstanbul'daki semtlere uyarlanıp Beşiktaş, Taksim olarak değiştirilince durum daha netleşti. Dehşeti, daha yüksek perdeden daha dehşet göstermek nasıl becerilebilir ki? Başka bir ülke, kabul etmişiz demek ki.
 
Kendini, kendi ağırlığıyla dibe çeken iktidarın yıkımına hepimiz tanıklık edeceğiz. Kimi şeyler akıllarda kalacak. Azımız, hikayeleriyle bir ülke olmuş "bölgeyi" de unutmayacak. Ölenlerin öldüğüyle kalmaması için, çok iş düşecek sonra bizlere. Bakalım.