Çıplak bedenimi yüreğimin büyüklüğü örttü
Kadının Kaleminden
Reyhan Yalçındağ
Önce Kevser’dim ben. Ülkemin heybetli Van’ında doğdum; düşleri de gördükleri zulüm kadar bitimsiz olan bir ülkenin evladıydım ben. Ninnileri ağıtlar olan annelerin sadece kendi evlatları için değil; tüm çocuklar için gözyaşı döktüklerini gördüm. Ve öyle büyüdüm ben. Bir yudum özgürlük için çok ama çok direnmesi gerekenlerin ülkesindendim ben.
Baskı ve direnmenin aynı büyüklükte olduğu günlerden geçtim. Aç çocukların düşleri büyüledi beni. Ana dilinde şarkı söylediği için dayak yiyen çocukların gözyaşları aktı yüreğime. Kevser’dim ben, dedim ya Van’ın heybeti kadar büyük düşler peşindeydim. Muradiye Selalesine akıtırdım vurulan gençlerin ardından akıttığım gözyaşlarımı. Yeri geldi Özalp’te 33 Kurşun'la vuruldum; yeri geldi bir bedenle bin yıl yazan Zilan oldum ben. Sonra yönümü dağlara çevirdim, Ekin oldum…
Çünkü inandım ki, tarihin ilk sömürgesi olan kadınlar özgürleştikçe dünya güzelleşecekti. Kadının olmadığı bir devrim soluksuz kalacak, kadın rengini taşımayan hiçbir gökkuşağı yağmur sonrası gökyüzünden göz kırpmayacaktı. Dünya hepten karanlık kalmasın diye, kadınsız yani emeksiz olmasın diye yaşam, düştüm yollara…
Özgürlüğün hep bahar tadında olduğu dağları mesken tuttum yoldaşlarımla birlikte. Dêrsim, Agirî, Halepçeleri bir daha yaşamasın diye bu kadim halk, saç örgülerimden tutam tutam umut yarattım. Yoğurduğum hamurun içine tuz bulamadığım zamanlar bu umuttan attım. Özgürlük yoluna düşenlerin umudu bilirim ki, her tattan daha muazzamdır…Umudumu paylaştım, direncimi katık yaptım, Delîla’nın sesinden şarkılar tutturdum… Kobanê’de vahşi DAİŞ çetelerine karşı ağız doluşu gülüşüyle tüm insanlık için kendini siper eden Arîn’dim ben.
Sonra, benden öncekilere yapılanlar bana da reva görüldü. Diğer dünya halkları gibi onurunu koruyabilsin diye yoksul halkım, düştüğüm yollarda yürek ve insanlık yoksunları tarafından önce işkence edildim, sonra vuruldum… Yüzlercemize yapıldığı gibi kendi çirkinliklerini örtemedikleri için bedenimi örtüsüz bıraktılar. Bilmediler ki ben ne kadar çıplaktıysam onların da vahşeti, kirliliği, insanlık dışılığı o kadar çıplak ve örtüsüzdü. Onyıllardır toplu mezarlara gömülen kadın yoldaşlarım gibi belki bedenim örtüsüzdü ancak yüreğimin büyüklüğü çıplak bedenimi kapatacak kadardı… Oysa ki onlar karanlıktı, kapkara elleriyle örtemeyecek kadar irin içindeydiler….
Ben yatarken öyle, oracıkta; Onlar, kirli postallarla sandılar ki bizi korkutacaklar. Sandılar ki bu halkın kadınları mücadelesinden vazgeçecek…Ben ordayken, birileri, Saraylardan seslenip "evlatlarımızı feda edeceğiz" diye çığırıyorlardı. Benden tek kelime bile söz edemediler. Yaptıkları bu kirlilikle yüzleşecek cesaretleri de yoktu; çocuklarımızın yüzlerine bakacak yüzleri de… Beni doğuran ve doğurmayan tüm anaları görmezden geldiler. Onlar için "biz” yoktuk…
Oysa ki ben ve biz, tarihtik… İsyanda Zarifeydik, idam sehpasını ayağıyla tekmeleyen Leylaydık, uçurumdan atlayan Beritan, çefiyesiyle tarih yazan Beriwandık… Paris’in ortasında alçakça vurulan Sakineydik, Leylaydık, Rojbîndik….
Ben orda öylece durdum, yüzüme bakacak cesaretiniz bile olmadı… Korktunuz bakmaktan… Çünkü ölü bedenimi sizin cehenneminize çevirecek olan her yaştan kadınlar var; o büyük güne kadar direnmekten ve ayakta durmaktan bir an olsun vazgeçmeyecek olan…
Şimdi benim bedenim mi ölü, siz mi???
ozgurpolitika'dan alınmıştır