KADININ KALEMİNDEN Yazdır Kaydet

Beyazlık Halleri ve Barış İsteği

Kadının Kaleminden
Ağustos 20 / 2015


 
Filiz Gazi
 
Doğuştan sahip olduğumuz imtiyazların "bölücülüğüne" fark edemeyecek kadar alışkınızdır. Dahası bu alışmanın bizim yararımıza olduğunu bildiğimiz için, yerleşik devlet politikalarının devamı olan pratiklerle yaşadığımızın itirafını, sorgusunu yapmak da işimize gelmez. Örneğin, çok rahatlıkla polis kontrolünden üstünüz başımız aranmadan geçtiğimizde bunu sorun etmememiz, bölücülüktür. Peşimiz sıra aranacak kişiye karşı yaptığımız bölücülük. Kiralık ev aradığımızda, ha diye bulunca da öyle.   
 
Steve Biko, Siyah Bilinci'nde varlığını her koşulda sürdürebilen "beyazlık halleri"nden bahseder. Kimi kibirli söylemlerin ve hatta dostane akıl vermelerin altında bu beyazlık hallerinin nüveleri bulunur. Bu haller, ideolojiler ve siyasetler üstü bir görmenin sonucudur. Ona göre, Maksistler ve Liberaller, ırksal olmayan bir yaklaşım çizgisini benimserken, eski oyunlarını oynayıp, "zekâda ve ahlaki muhakemede tekel" olmayı iddia eder ve siyah adamın tarzını ve hızını belirlerler. "Beyaz üstünlüğü"nü, en az "Siyah gücü" kadar kötü addedip, "aşırıcılık"ın her türlüsünden sakınmak isterler. Beyaz imtiyazlarının ayrıcalıklı havuzundan işlerine geleni ustalıkla alıp, siyahların tüm şikayetlerini güzelce dile getirdikleri iki dünya arasında bocalarlar. Sınıf analizleri bir savunma mekanizması olarak benimsenir ve buna ikna olunur. Böylelikle ırkla ilgili her şeyden kopmuş gözükülür ve en önemlisi derinlerde yatan ırkçılık yerinde muhafaza edilerek, gizlenmiş olunur.
Nasıldır bu "beyazlık halleri?" Tanıdık gelecek bir kaç kare sanki uyuyor gibi:
 
Hiç tahmin etmeyeceğiniz sol tandanslı birinin, taraflar arasından sadece birini, barışın şartlarını yerine getirmesi hususunda "uyarması" gibi. 
Siyah'ın sofrasına oturan Beyaz'ın, büyük bir iyilik yapıyor olduğunu hissetmesi gibi.
Hak mücadelelerinde, nasıl olur da, her daim, bir üst akıl olma özgüvenine sahip olduğunu sorgulamayan iyi niyetli aktivist, akademisyen cümle duyarlı insanlar gibi. 
Dar memleket sınırları içerisinde, bir arada yaşama zorunluluğu varken, Kürt meselesi, herkesi ilgilendirir ilgilendirmesine ama altlarda yatan ırkçılık ve beyazlık halleri için ne yapmak gerekir?
 
Siyah'ın mücadelesinde Beyaz'ın yeri hep daha belirgindir. Dengeleyici, anlayan, yorumlayan olarak ve tabii objektif gören göz olduğunu iddia eden aklıselim özne olarak. Çoğu Türk'ün, Kürt hareketinde almış olduğu rol gibi. 
Neredeyse PKK'nin kendini feshetmesini bir çözüm yolu olarak gören, mümkünse Kürtlerin kendilerine gel denilene kadar oturdukları yerden kalkmamalarını tembihleyen akıllar da bu beyazlık hallerinden mustarip. Tersi düşünülmüyor. Devlet, çatışmayı tetikleyen şiddet eylemlerine nasıl kalkışabilir? Barış dönemi denilen dönemde dahi onlarca insanı nasıl öldürebilir? Sivil sözcüğünü kullanmadan, çoluk çocuk demeden insanların yaşadığı yerler nasıl bombalanabilir? Devlet, varlık sebebi olan düşman taraflar yaratma uğruna olsa bile, olanca şiddetini, tek bir kişinin emriyle ve hatta kendi ipini çekecek şekilde nasıl sürdürebilir? 
Ezilen halklara, kendilerine en uygun olan mücadele yöntemini seçmeleri için çeşit çeşit seçenekler sunulmuyor. Tüm vahşetiyle öldürmek, devletlerin en biricik yöntemi iken onlara da buna karşılık gelen yöntemlerle savaşmak zorunluluğu kalıyor. Aksi mümkün değil. Savaşana, savaşarak yanıt vermenin nesi problemli peki?
 
Biko çok basit bir kıstasla anlatıyor:
 
"Öğretmenler kendi kavgalarını verirler, çöpçüler de öyle; kimse bir başkasının vasiliğine soyunmaz. Ama ne zamanki siyahlar kendi işlerini bir şekilde görmek isterler, liberal elit burada hemen bir anomali tespit eder. İşçiler, koşullarının iyileştirilmesi amacıyla bir sendikanın himayesi altında toplandıklarında Batı dünyasında kimsenin yüzünde bir şaşkınlık göremezsiniz. Çünkü genelde olup biten bir şeydir bu. Kimse onları bölücü eğilimlere sahip olmakla suçlamaz."
Yakınlarda, Kürdistan Topluluklar Birliği (KCK) Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık, Med Nuçe televizyonunda katıldığı programda şunları söyledi: "Biz de başlatılan bu savaşa karşı kendimizi savunuyoruz ve bu da en doğal hakkımızdır. BM sözleşmesinde var; eğer bir halk saldırıya uğrarsa o halk kendisini savunur. PKK meşru savunma yapıyor." Anomali tespiti için kollar sıvansın mı?
 
Savaşın bir etiği olmadığı/ olamayacağı, şiddet ayarınının sabit tutulamayacağı ve etkiye karşı tepkiyle -ya da tersi- devam etmediği sürece bir tarafın illaki yenileceği, kabul edilmesi zor gerçeklerden. (Çoğu zaman onca kayıptan sonra bir kazananı da olmayabilir savaşın. ) Yani eyleme karşı eylem geliştiremezseniz, silinip gideceksinizdir. Gasp etmek istediği hakları elinden kaçırmak istemeyen devlet için de, onun olan hakları geri almak isteyen vatandaş için de bu böyle.
 
Bu konuda yapılan tartışmalarda, "şiddetin karşılıklı sürdüğünü, dolayısıyla bunda bir terslik görmediğini" söyleyen tarafa genellikle şu soru sorulur: "Yakının, sevdiğin biri, bir PKK eyleminde öldürülmüş olsaydı ne düşünürdün?"
Çoğu insan için bu soruya karşılık gelen duygu, öfke ve intikam duymak.  Ama nedense şiddeti sürdüren her iki taraftan biri olan devlete değil de "illegal" olana gözler çevrilidir. Bunun altında yatanın gizli ırkçılık olduğu söylenebilir, yanlış kişi ölmüştür çünkü ve diğer neden, geçmişinden bu yana besleyip, tavlanan "devlet baba" sevgisi. 
 
Devletin şiddetini kayıran algının saklı ırkçılığı, ölen çocuk olsa bile müstehaktır duygusuyla konuya yaklaşır. Ölen Siyah'ın mutlaka bir kusuru vardır. Şiddete olan bakışın çelişik algısının, bizzat devletin neden olduğu ölümlere ses çıkarmayıp, alışıla gelmiş olanın içine gelişigüzel atabilmesi bundan ileri gelir. Diğer tarafın şiddeti ise vahşet ve barbarlıktır gözünde. 
 
Beri yandan, devamlı dile getirilen barış isteğinin çok farklı okumaları yapılabilir. Mümkün olmayan koşullarda "ille de barış!" demek kişinin, kişilerin güzelliği ve belki de "ille de barış" demek, ne şans ki, savaşın ortasında ne sizin ne de yakınlarınızın olmaması demek. Çoğumuz "iç soğuması" nedir bilmiyoruz çünkü. Barışı mümkün kılmak, duygusal bakıştan ziyade, teknik bir konudur belki. 
Siyah olarak aynı kaleyi savunduğunuzu düşündüğünüz "beyaz" yoldaşınızın temkinli, serinkanlı ve barışçıl çağrılarının aslında savaş açtığınız sistemi koruyor olabileceği gibi. Biko bunu şöyle anlatıyor:
"Konforlu siyaset, tekneyi alabora etmeyecek bir tempoda hareket etmek gerektiğini söyler. Bir diğer deyişle insanlar, sistem karşıtı yaklaşımlarını sorgularken dahi sistem tarafından şekillenirler. Bu şekillenme, anlamlı stratejiler üretmek anlamında değil de, onları sistemle karşı karşıya getirmeyecek bir yaklaşımın üretilmesi anlamındadır."
Alıntının nedeni, "şu ara en doğru seçenek savaşmak" demek istediğinden değil. 
 
Kaldı ki, yaşantıya temas etmeyen bir savaşın, haklılığıyla birlikte "kazanana" kadar sürmesi konusunda ahkam kesmek, hadsiz ve şımarıkça, hayatı pahasına emek veren insanların rolünü kapmaya yeltenmek değil de nedir? Dokununca yanacak olan sen değilsindir çünkü. Kolaydır, konuşmak.
 
Ve bugünlere dair yaptığımız yorumların kastını iyice tartınca, tarafsızlık iddiasıyla hangi taraftayız aslında. Karşılıklı olan ve birbirini sürdüren şiddetin, birini görüp, diğerini görmemek ne demek?