Palmira’nın gözyaşları
Kadının Kaleminden
Dilzar Dîlok
Bir yerde canlılık varsa, bu canlılığın her zaman kendi kısır döngüsünde olmayacağı kesindir. Değişime direnen varlıkların ölerek değişim yaşadıkları gerçeği bu durumun keskin anlatımıdır. Canlılık değişimi getirir. O da yeni değişimleri. Devinim ve değişim evrende ikiz kardeş gibidir. Evren kendi zekasını doğa formu içinde korumakta, doğa formu içinde görünür kılmaktadır. Bu zeka, doğanın her deviniminde karşımıza çıkmaktadır. Mucize denilen şeyler evren zekasının görünme biçimleridir. Kimisinde az görünürler ve insanlara normal gelebilirken kimisinde yoğunlaşmış halde görünürler ve mucize olarak adlandırılabilirler.
Toprak, hava, su ve ısı şeklinde sıralanan dört temel elementin tüm devinimleri ve birbirleriyle ilişkileri, evren zekasının tüm devinimini anlatmaktadır. Güneş ısısının ve suyun toprakla ilişkisinin ortaya çıkardıkları ve toprağın bu ilişki sonucu kendinden ürettiği her şey bu zekayı anlatır. Bitkilerin baharda yeşerişi, yaz mevsiminde güneş ısısıyla meyvelerin olgunlaşması ve tatlanması, sonbaharla birlikte yaprakların dökülerek ağaçların köklerini ısıtmaya çalışması, aynı yaprakların ağacın gölgesine düşen tohumları koruyarak bir sonraki mevsime hazırlık yapması ve üremenin sürekliliğini sağlamaya canı gönülden destek vermesi diye sıralayabileceğimiz tüm devinimler birer zeka yansımasıdır.
Kendiliğinden ya da tanrısal güçler yoluyla gerçekleştiğini dillendirdiğimiz bu evrensel akış, nihayetinde evren zekasının pratikleşmesidir. Aynı şekilde bu devinimi evrende bulunan tüm varlıklarda görebiliriz. Tüm hayvanlar bu evrensel zekanın izlerini taşırlar. Her canlı kendi payına düşen evrensel zekayı pratikleştirir. Kendisini bu yolla vareder. Canlılar içinde kendini zeka yoluyla farklılaştıran insanda kendini varetme dediğimiz evren zekasını yansıtma gerçeği zirveye ulaşır. Çünkü “Yaşamı kavramak isteyen insan dışında, her canlı-cansız varlık sadece kendi anlarını yaşayabilir.” İnsanın kendi anlarının dışındaki anları da yaşayabilme özelliği, insanın esnek zeka kapasitesinden kaynağını alır.
Maalesef bu hakikat tüm insanlar için geçerli değildir. İnsan bedenine sahip olan herkes kendinden menkul bu zekayla doğmuyor. Kendini var etme potansiyeli madde odaklı oluyorsa doğalında bu zekadan mahrumiyet oluşuyor. Çünkü insan hakikati, bu zekayı zihniyette somutlaştırmakla oluşuyor. Sadece kendi anlarını yaşayanın insanlığından söz edemiyoruz. İnsanın öncesi ve sonrası vardır. Ne yaşadığını, ne için yaşadığını kendine soramayan ya da sorduğu halde anlamlı ve özgür yaşam cevapları alamayanların salt kendi anlarını yaşayan hayvani bir yaşamda olduklarını söylemek de zordur. Bu durum insan ile hayvan arasında olmanın tanımıdır. İnsanımsı olan ama insanlaşamayan, insan ile hayvan arasında lanetli bir durumu yaşayanların tanımıdır.
Palmira’daki tarihi soykırıma, tarih katliamına ilişkin görüntüler de bu konuda tanımlarımızı yenilememizi istiyor. Her canlı kendi payına düşen evrensel zekayı pratikleştiriyorsa, Palmira’daki heykelleri balyozlarla parçalayan, bu işi yaparken fotoğraf çeken ve kendi vahşet görüntülerini tüm dünyaya dağıtanların payına, evrensel zekadan pek bir şey düşmediğini söylemek zor değil.
Gittiği her yerde önce değerleri, insanları, sonra da tarihsel tüm ürünleri yok eden DAİŞ tarih katliamına devam ediyor. Bir yandan Palmira yok ediliyor, bir yandan başka tarih eserleri dünya tarih mirası içine alınıyor. Önemli olanın tarih mirası ilanları yapmak olmadığını, tarihi korumak, temiz tutmak ve gelecek kuşaklara sağlam bir şekilde teslim etmek olduğunu Önder Abdullah Öcalan yıllar öncesinden söylemiş, Palmira gibi bir tarihin sahipsizliğine de değinmişti.
Palmira’nın gözyaşları hepimizin içine akıyor. Hele kadınların... Kırılan taşlar, yıkılan duvarlar... Parçalanan kadınlar-erkekler... Kırılıp toprağa karışan tanrıçalar, tanrılar... Büstlerin her zerresine sinmiş emekler...
DAİŞ vahşeti Palmira’yı vuruyor. Palmira’daki taş kesilmiş kadınlara vurulan her darbe, kadın soyundan olan her bireye vuruluyor. Ağıt yakıyor Palmira’nın kadınları. Taşları ağlıyor, toprakları ağlıyor.
İnsanın eşref-i mahlûkat olduğu söyleniyor kutsal kitapta. Oysa bunu yapan bî eşref-i mahlûkatlar tanrısız, kitapsız ve anlamsızlık denizinde boğuluyorlar.
Kaynak: Özgür Gündem