Harfleri kadınlar için kımıldayan roman: Yokuş aşağı portakallar

09:03

Ceylan Eraslan/ JINHA

İSTANBUL - Kadın olmaya dair tüm metaforların erkekler tarafından anlatıldığı yazım dünyasına kadınlara yer açarak ilerleyen, kaleminin sivri ucuyla da kadın sorunlarını iktidara ve toplumsal cinsiyete dokunarak yazan Zeynep Uzunbay ile son romanı "Yokuş Aşağı Portakallar" hakkında konuştuk.

Konuştuğunuz zaman size kadın olmanın özel olduğunu hissettiren ve bunu romanına da yansıtan yazar Zeynep Uzunbay , "Yokuş Aşağı Portakallar" isimli eserinde Kezzi, Handan, Arzu, Gülendam, Narin ve İpek'in hikâyesini anlatıyor. Kitabın sayfalarını çevirdikçe o kadınları tanıyıp hikâyelerinin içine girdiğiniz hissine kapılıyor, bir anda altı kadın karaktere yedinci olarak ekleniyorsunuz. Yazarlığın erkekliğe atfedildiği bir dünyada, kaleminden dökülenler ile 'kadın olma hallerine' dokunan Zeynep Uzunbay ile kitabın 'yedinci karakteri' olarak söyleşimize başlıyoruz.

*Öncelikle kitabınıza geçmeden önce kadın yazarların kadına dönük hikâyeleri, kadınlığı, kadınlığın sorunlarını, aşklarını, acılarını, cinselliği yeteri kadar dile getirdiklerini düşünüyor musunuz?

Kabaca, 'yazının' iktidar aracı, iktidarın da erkek olduğu bilgisinden yola çıkarsak, 'yeteri kadar dile getirmek' pek söz konusu değil. Simone de Beauvoir'ın 'İkinci Cins' çığlığı hâlâ geçerliliğini koruyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun yayınladığı Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi'ne göre 145 ülke içinde, geçen yıla göre 5 puan daha gerileyip 130. sıraya oturmuşuz. Yine de kadının yazı tarihine baktığımızda, epey yol aldığımızı söyleyebilirim. Romanla, öyküyle kendini ve dünyayı yeniden kurmak isteyen kadının önünde çok büyük engeller olsa da, okuduğum kadın yazarların kitaplarında, erkin ve erkeğin 'ideal kadın' tanımlamalarıyla hesaplaşıldığını görebiliyorum. Kadın yazarlar, cinsellik konusunda yeterince cesur olmayabilirler, ama kadınlığın sorunlarına ciddi ciddi eğiliyorlar. Çünkü yazının kendisi bir özgürleşme aracı. 'Nesne' olmaktan çıkıp 'özne' olmaya doğru yürüyen kadın, erkeklerin rüyalarıyla rüya görmekten vazgeçiyor. Sevgi Soysal, Leyla Erbil, Latife Tekin, Tomris Uyar, Tezer Özlü, Nursel Duruel, Aslı Erdoğan, erkeklerin burun kıvırdığı Duygu Asena… Önemlidir bu isimler.

*Peki size bu kitabı yazdıran ne oldu, kitabı yazma noktasına nasıl geldiniz, hikayeleri nasıl derlediniz?

İnsan ihtiyaç duyduğu yerde birikiyor. Tanıdığım, duyduğum, okuduğum kadınların yalnızlığı, çaresizliği birikti bende de. Hikâyeleri tek tek derlemedim. Handan, Arzu, Kezzi'yle yola çıktım. Biri çocukluğumdan, biri öğretmenliğimden, biri de hemşirelik yaptığım yıllardan geldi. Niyetim, farklı zamanlarda yaşayan, gerçek hayatta birbirilerini tanımayan bu kadınların acılarını tanış etmekti. Öbür karakterleri, bu üçüne hayat vermek için kurguladım. Yoktan var edemeyeceğime göre, onları da tanık olduğum yaşantılardan çıkardım. Ne yapacakları az çok belliydi, ama nasıl yapacakları benim için de sürprizdi. İnsanı yazmaya bağlayan da bu zaten. Kadın sorunlarını; iktidarın insanı erkek olarak tanımlamasını, eril dili, tecavüzü, etnik ayrımcılığı, kürtajı LGBT haklarını düşünerek yazdım.

*Farklı kesimlerden, farklı yaşamlardan kadınları bir araya getirdiniz. Bu kadınların Arzu karakteri dışında ortak noktası nedir?

Sayıca çok da olsalar, kadınlar azınlıktır. Kadınlara, 'Kadın kadının kurdudur' dedirten de yine erkeklerdir. Otorite, her kesimden kadını eksik bir bedene indirgeyerek tanımlar. Güçlü kadınları da 'taşaklı kadın' diyerek kendine benzetir. Kadınların bugüne kadar kazandığı hiçbir hakta iktidarların payı yok. Kadınlar hepsini kanlarıyla canlarıyla, çok büyük bedeller ödeyerek kazandılar. Aslına bakılırsa, kadının yurttaş olmasına bile tahammül edemiyorlar. Anneliği en büyük statü gibi göstermelerinin altında da bu ikiyüzlülük yatıyor. Muktedir, iktidarını cinsiyetler üzerine inşa etmeye devam ediyor maalesef. Kadının kendi bedenine sahip olma hakkının elinden alınmak istenmesi de bu yüzden. Farklı yaşamlardaki kadınların farklı sorunları olsa da, kurtuluşları birbirlerine bağlı. Romandaki kadınlar, başlangıçta iç dünyalarında yaşayan eylemsiz kadınlar. Bu, tam da otoritenin istediği şey. Ben onları oradan çıkarıp buluşturmak, yüzleştirmek, harekete geçirmek istedim.

*Kitabınızda dikkat çeken bir nokta; Gülendam tecavüze uğrayan kızı Kezzi'yi tas tas kaynar sularla yıkıyor. Gülendam'a göre Kezzi, ancak bu şekilde 'temizlenir.' Geçmişte kadın tecavüze uğradığında 'kirlenmiş' hissettiriliyordu. Bugün, bu hislerden kurtulan kadına tecavüzü 'hak ettiği' yönündeki saldırılara bakınca; bu toplumsal kodların ne yönde değiştiğini düşünüyorsunuz?

Kadınları 'yola getirmenin' her yolu denenmiş aslında. Hemen her dişilik mitinde, kadınlara haksız sorumluluklar yüklenmiş, kadınların varoluşlarından utanmaları hedeflenmiş. Tecavüzü 'hak etme' mantığı, iktidar mantığıdır; birey değilsin, kendine sahip değilsin, istediğin gibi giyinemez, kürtaj olamazsın… Erkek, kadının karşısına tanrının temsilcisi olarak çıkıyor hep. Saldırıların azgınlaşmasında, kadınların kendini ifade etmeye başlamasının payı büyük. Din ve tanrıyla yönetilmeye çalışılan toplumlarda, kendini ifade eden kadın dine ve tanrıya kafa tutmuş oluyor. Pek çok kadın da, bilmeyerek ya da çaresizlikten bu tuzağa düşüyor ne yazık ki.

*Kadınların çaresizliği huy olmaktan çıkarması için, yaşadıkları travmalardan kaynaklı kendi kendilerine konuşmamaları için bu tür hikayeler daha fazla mı yazılmalı?

Eski eğilimler kolay kolay değişmiyor. Yazı dünyasında, erkeklerin lütfedip bıraktığı konularla sınırlı kalmamak, verili kadın tarzına hapsolmamak için, kadınlar her konuda yazmalı. Daha önce de söylediğim gibi, birbirini tanımayan, acılarını tek başlarına çeken kadınların hikâyelerini birbirine bağladım ben. Okuyan ve dönen kadınların çoğu, böylesine büyük bir trajedi yaşamadıkları halde, karakterlerde kendilerini bulduklarını söylediler. Sevindim. İstediğim buydu. Romandaki 6 kadın karakteri yazarken, hep 7. kadını hayal ettim çünkü. Romanın dışındaydı, herkes olabilirdi, her şeyi hatta daha fazlasını o da yaşıyor ve biliyordu.

(ce/ck/mg)