İlvin'in hikayesinden kaleme alınan Êzidîler...

09:05

Mizgin Tabu/JINHA

AMED - DAİŞ çetelerinin elinde 3 ay kalan Êzidî kadın İlvin'in 'Benim sesimi duyurun, beni yazın, beni bir mahkemeye çıkarın ve tüm bunları anlatmak istiyorum. Anlatmak istiyorum ki dünya utansın' sözlerinden yola çıkan yazar Nurcan Baysal, 'Êzidîler: 73. Ferman/Katliam ve Kurtuluş' kitabını kaleme aldı. Nurcan kitabında Êzidî toplumunu, kadınları, fermanları ve Kürt hareketiyle birlikte mücadeleye katılımını anlatıyor.

3 Ağustos 2014 yılında Şengal'e saldıran DAİŞ çeteleri, binlerce insanı katlederken, binlerce Êzidî kadınını da kaçırarak, köle pazarlarında sattı. Çetelerin saldırı ve katliamların ardından Êzidîler yaşadığı topraklarından göç etmek zorunda kaldı. Rojava, Federal Güney Kürdistan, Kuzey Kürdistan olmak üzere birçok noktada Êzidîler için kamplar oluşturuldu. Bu kamplarda gönüllü olarak çalışma yürüten yazar Nurcan Baysal, Şengal'e bağlı Baadre'de tanıştığı Êzidî kadın İlvin'in hikayesini kitaplaştırdı. Kitabına "Êzidîler: 73. Ferman/Katliam ve Kurtuluş" ismini veren Nurcan Baysal, İlvin'in hikayesinden yola çıkarak, yazdığı kitabı ajansımıza anlattı.

'İlvin çok cesur bir kadındı'

Kitabın İletişim Yayınları'ndan çıktığını belirten Nurcan, kitabı yazma aşamasını şu sözlerle anlattı: "İlvin 20'li yaşlarda genç bir kadın ve DAİŞ'in elinde 3 ay gibi bir süre kalıyor. Birçok kez çetelerin tecavüze uğrayan ve satılan İlvin, ailesinin çabalarıyla kurtarılıyor. İlvin kurtarılırken kendisiyle birlikte 7 kadını da kurtarmış. İlvin çok cesur bir kadındı ve konuşurken şunu söylüyordu: 'Benim sesimi duyurun, beni yazın, beni bir mahkemeye çıkarın ve tüm bunları anlatmak istiyorum. Anlatmak istiyorum ki dünya utansın. Bu 21. yüzyılda oldu ve bu hemen yanı başınızda oldu. Elinizle uzansanız, tutacağınız bir mesafede bunlar bize yapıldı.' İlvin'in bu sözlerinin ardından hikayesini bir röportaj halinde yazdım."

'Êzidî kadınları kurtarmak için görüşmeler gerçekleştirdik'

Eylül 2014 tarihinden itibaren kamp çalışmalarında gönüllü olarak yer aldığını kaydeden Nurcan, "Sadece kuzeydeki kamplar değil, aynı zamanda güneydeki kamplara da sık sık gidiyordum. Güney'e gelen Êzidîlerin sayısı çok daha fazlaydı ve 30 binlere varan bir rakamdı ve çoğu inşaatların içerisinde kalıyorlardı. Oradaki kamplar buradakilerden çok daha büyüktü. Hem güneydeki hem kuzeydeki kamplara gidip ihtiyaçları raporlayıp daha sonra yurtdışından ve iş insanlarından yardım temin edip buralara getirmeye çalışıyordum. Êzidî kadınlarla ilgili 'daha fazla bir şey yapabilir miyiz' diye düşünmeye başladım. O zaman binlerce Êzidî kadın, çocuk DAİŞ'in elinde elindeydi ve bunlar köle pazarlarında satılıyordu. Çetelerin elindeki kadınları kurtarmak için Türkiye ve Kürt kadın hareketleriyle görüştük" sözlerini ifade etti.

'Hedefim bilgileri ulaşıp kamuoyu oluşturmaktı'

DAİŞ elindeki kadınlar hakkında daha fazla bilgiye ulaşmak için Laleş'e gitmeye karar verdiğini söyleyen Nurcan, devamında şunları belirtti: "Laleş, Baadre'ye gittim. Baadre Musul'a çok yakın büyük bir Êzidî köyü, beş kilometre yakınlığında. Oraya gitme amacım DAİŞ'in elinden kurtarılan kadınlara ulaşmak, bu kadınların satıldığı yerler ve ana pazarlar nerdeyse bu yerleri bunları bulmak ve hangi ülkelere satıldıkları… Hedefim bunlara ilişkin bilgi bulmak ve daha sonra bu bilgilerle uluslararası kamuoyunu etkileyecek bir kampanya başlatabilmekti. Bunun için yola çıkmıştım. Tanık olduğumu sadece bir vahşet değildi aynı zamanda binlerce yıllık bir kültürün ve inancın değişimiydi. Êzidîlik dünyanın ilk inançlarından biri olarak kabul ediliyor ve sürekli fermana uğruyorlar. Bu ferman bir döngü gibi fakat hiç onların yazgısını değiştirmiyor. Bir tür kabul ediliş, bir tür bunun Allah'tan gelen bir şey olduğuna dair bir kabul ediliş var."

'Kürtlerle tanışan Êzidîler artık mücadeleye katılıyor'

Êzidîlerin şimdiye kadar birçok kez fermana uğradığını ancak sonrasında bir mücadeleye dönüşmediğine dikkat çeken Nurcan, "Ancak son saldırıyla birlikte Kürtlerle ve Kürt hareketiyle tanışmaları, HPG'nin kamplara gelip onları kurtarması Êzidîlerde bir uyanışa neden oluyor. Binlerce yıllık bir kültürde bir şey değişmeye başlıyor. Ben ilk bunu kampta hissettim. Çünkü öyle bir kültür ki kahramanlık ve yiğitliğe dair tek bir hikayesi olmayan bir kültürden bahsediyoruz. Bütün hikayeler iyilik üzerine. Savaş olmak için Osmanlı'da bile ciddi sıkıntılar yaşamış bir kültürden bahsediyoruz. Ve bu kültür onbinlerce yıl sonra şimdi mücadele için bir şeyler yapmaya başlıyor. Örneğin Êzidî Savunma Birlikleri kuruluyor. Şengal halkı artık mücadeleye katılıyor. Bunlar o kadar inanılmaz şeyler ki aslında Êzidî kültürünü iyi bilince bunun ne kadar büyük bir değişim ve dönüşüm olduğunun farkına vardım. O yüzden kitaba öyle bir bölüm ekledim" şeklinde konuştu.

'Kitabımda 72 millete çağrı yapıyorum çünkü…'

Kitabının aslında 72 millete bir çağrı niteliğinde olduğunu kaydeden Nurcan nedenini ise şu sözlerle açıkladı: "Êzidîler her sabah güneşe doğru dualarında önce 72 millet için dua ediyorlar sonrasında ise kendileri için dua ediyorlar. Her sabah 72 millet için dua eden bu halkın sesinin duyulması gerekiyor. O yüzden ben de bir anlamda bu 72 millete bir çağrı olsun diye bu kitabı yazdım. Kitabın son bölümüne değinmek istiyorum. Bunların en sonunda Êzidî kadınlarla ilgili bir bölüm var. Çünkü bütün bu tarz soykırım, insanlığa karşı suçlarda hep bir toplumsal cinsiyet boyutu var aslında suçun. Çok dile getirilmeyen… Ve kitabın son bölümü Êzidî kadınlarla yapılan görüşmelere dayanıyor. Êzidî kadınlar tüm bu 73. fermanda ne yaşadılar? Özellikle DAİŞ tarafından satılan, köle pazarlarında satılan DAİŞ'in elinde kalan, kurtarılan bazı kadınlar var bu bölümde. Görüştüğüm kadınların bir iki tanesi artık kamplarda değiller. Altlarda dipnot düştüm çünkü Şengal'e mücadele etmeye savaşmaya gittiler, sonra bir kısmı. Onlar özellikle genç kadınlardı."

'Kürdistan'da hukuki dayanağı olmayan şeyler yaşanıyor'

Diyarbakır'ın Sur ilçesinde yaşananları anımsatan Nurcan, "Beş dakika ötemizdeki insanlar aç, susuz, elektriksiz, ne olduğunu bilmiyoruz, hastaneye gidemiyorlar, sağlık hizmetinden faydalanamıyorlar. Aynen Êzidîlerin 'Tüm bunlar dünyanın gözünün önünde oluyor' dediği gibi. Hiç bir hukuki dayanağı olmayan bir şey yaşanıyor şu an Kürdistan'da. Sezarlar gelmiş yıkılmamış ve şimdi beş bin yıllık bir tarih yıkılıyor. Dolaştığımız yerler yok, top oynadığımız yerler yok. Bu çok acı bir şey. İnsanlar katlediliyor, öldürülüyor. Binalar yıkılıyor. Ama aynı zamanda bizim zihnimizde de bazı şeyler yıkıyorlar. Ve bunun düzelmesi çok zor. Ve zihnimizde artık bazı şeyler, bazı resimler kazılıyor. Diyebileceğim tek şey bu hukuksuzluğun bir an önce son bulması. Bir an önce sokağa çıkma yasakların kaldırılması gerekiyor. Bu süreçle ilgili hukuki sürecin başlatılması gerekiyor. Bu karanlık günlerde birbirimizle dayanışmak, kenetlenmek ve oradaki insanlar için bir şeyler yapmak gerekiyor" diyerek sözlerini noktaladı.

(mg)