Bir dilin ölümü: Las Ultimas Palavras

09:02

Handan Tufan / JINHA

İZMİR - Judeo İspanyol lisanının Türkiye Yahudi toplumunun yeni kuşakları arasındaki kayboluşu konu alan 'Las Ultimas Palavras' (Son Sözcükler) belgeseli, kelimeler arasındaki bağlantıları, eski sözlerin hafızamıza getirdiği geçmiş yaşantılar dışında dilin hayatımızdaki yerini, kimliğe etkisini, aidiyetle olan ilişkisini ve lisanın neden öldüğü üzerine soruları gündeme getiriyor.

Rita Ender, kendinden yola çıkarak, Türkiye'deki Yahudilerin konuştuğu ancak yok olmaya yüz tutmuş olan Yahudi İspanyolcasını yani Ladinonuyu konu alan; başta İstanbul olmak üzere İzmir ve Bursa'da yaşayan genç Yahudilerin bu dil ile ilişkisini ortaya koyan bir belgesel çekti. Konuştuğu 19 kişiden yalnızca birinin Ladino konuşabildiğini, gerisinin yalnızca birkaç kelime bildiğini söyleyen Rita Ender, 'Las Ultimas Palavras' (Son Sözcükler) adlı belgeseli ve bu dilin toplum ve tarihle bağı üzerine değerlendirme yaptı.

'Anadilim ile yüzleştim'

Belgeselde çok sevdiği ama konuşamadığı Ladino ile yüzleştiğini aktaran Rita, "Bu benim anadilim ve ben, tıpkı benim yaşlarımda olan Türkiyeli Sefarad pek çok arkadaşım gibi ana dilimi konuşamıyorum. Anadilimin ne olduğunu, neye benzediğini, nereden geldiğini ve maalesef nereye gittiğini biliyorum. Sesini, tınısını tanıyorum fakat bu dilde başı sonu belli, doğru dürüst cümleler kuramıyorum. Bazı sözcükleri biliyorum. İşte o sözcükler; bildiklerimiz ve bilmediklerimiz üzerine tartışmanın anlamlı olacağını düşünerek, bu dil için bir şeyler üretme ihtiyacı ile yola çıktık" diye belirtti.

'Gidenlerle birlikte dil de gidiyor'

Türkiye'de 1930'lu yıllardaki Türkleştirme hareketinin ve özellikle "Vatandaş Türkçe Konuş" kampanyasının dilin yok oluşunda çok önemli bir etkinsinin olduğunu kaydeden Rita sözlerine şöyle devam etti: "İnsanlar o zamanlardan beri sokakta Yahudi olduklarının anlaşılmasından çekinmişler, Yahudi İspanyolcasından kaynaklı şivelerinin onları ele vermesinden ürkmüşler. 40'lı yıllarda azınlıklara yönelik baskılar, askere alınmalar, saldırılar, hak ihlalleri korkularının nedensiz olmadığını göstermiş. Gidenlerle birlikte dil de gidiyor. Dilin gelişmemesi, geliştirilmemesi de bir etken. Okullarda bu dil öğretilmemiş. Belgeselde İzzet Ers'in dediği gibi, dil canlı bir şey. Onu canlı tutmak üretmeye bağlı ama bugün üretilmiyor. Ve maalesef yalnız Türkiye'de değil dünyanın başka şehirlerinde de bu durumda. Ne yapılabilirdi? Devletler koruma sağlayabilirdi. Anadilleri koruyan uluslararası sözleşmeler Türkiye'nin taraf olmadığı sözleşmeler var, bunlara daha ciddi bir önem atfedilebilirdi belki. Yuhudi gençlerin anadillerine bakış açısı çeşitli. Doğaldır ki insanların farklı fikirleri var. Belgeselde de ifade ediyorlar, kimi anadilinin Türkçe olduğunu söylüyor, kimi İbranice'yi daha çok önemsiyor. Kimi de Yahudi İspanyolcası ile kurduğu, çoğunlukla duygusal ilişkiden ve büyükanne ve büyükbabalarına yönelik hatıralarından bahsediyor."

'Bu dili kullanma becerisi kadınlar ile erkeklerde farklı değil'

Filmde 25-35 yaşları arasında 19 kişinin bulunduğunu ifade eden Rita, "10'nu kadın, 9'u erkek. Özellikle kadın sayısı bir fazla çünkü her anadil gibi bizim anadilimiz de bence öncelikle kadınlarla ilgili. Çekimlerde hemen herkes bir kadın atasından bahsetti; ya pişirdiği yemek adından ya ona söylediği güzel bir sözden yola çıkarak. Bu normal çünkü Türkiye'de yaşayan hemen her toplumda olduğu gibi, Yahudi toplumunda da 1940'lı yıllarda erkekler işteydi, çarşıda sokakta Türkçe konuşuyorlardı. Kadınlar ise evde ana dilleriyle konuşuyorlardı; çolukla çocukla, komşuyla. Bu yüzden belgeselde eğer mikrofonu o yıllarda yaşamış insanlara tutmuş olsaydık, kadınlar ile erkekler arasında ciddi farklılıklar çıkardı. Fakat bizim kuşağımızda bu fark yok; bu dili kullanma becerisi veya dili yorumlama halleri arasında kadınlar ile erkekler farklı değil" şeklinde belirtti.

(mg)