İÇERDEN YAZILAR Yazdır Kaydet

En uzun süre zindanda kalan siyasi tutsak Güneş Arduç ile 'içeriden' söyleşi

İçerden Yazılar
Nisan 26 / 2015


Sevcan Atak/JINHA
 
İZMİR - Güneş Arduç, 1970'lerde Dev-Genç'le devrimci mücadeleye başlayan ve yaşamının 28 yılını cezaevinde tutsak olarak geçiren Türkiye'nin en uzun süre cezaevinde kalan kadın devrimcisi. Sol sosyalist mücadelenin son 40 yıllık mücadelesinin aktif katılımcısı olan Güneş ile bu 40 yılın özetini, hayatı ve güncel siyasetin tartışma konusu olan HDP'yi konuştuk. Güneş, "Yaşamının 28 yılını zindanda geçiren bir kadın olarak geleceğe dair umutlarınız nelerdir?" sorumuza insana dair olan her şeyin umudu ile şu yanıtı veriyor: "İnsan, yaşamının her döneminde bir yığın umut besliyor. Oysa yaşama anlam vermek zor olur herhalde. Son 40 yıl, hepimiz açısından derin acılarla geçti. Hiçbir şeyin boşa yaşanmadığına inanıyorum. Haklarımızın emek, gözyaşı ve alın terinin somut karşılık bulması, en büyük umudum."
 
Şakran Cezaevinde tutsak olan Gazeteci Sevcan Atak, Türkiye'de en uzun süre tutsak edilen kadın devrimci Güneş Arduç ile JINHA için söyleşi yaptı. Güneş Arduç 11 cezaevinde 28 yıl boyunca yaşadığı direniş hikayesini değerlendirdi. Eskişehirli olan Güneş'in devrimcilik öyküsü 1974-1975 yılları arasında İstanbul'da o zamanki adıyla İktisadi Ticari İlimler Akademisi,  şimdiki adıyla Marmara Üniversitesi İktisat ve İdari Bilimler Fakültesi'nde öğrenciyken başlıyor. Dev-Genç içinde aktif mücadele yürüten Güneş, te devrimci mücadeleye başlıyor. 12 Eylül darbesinden hemen sonra 1982 yılında, Dev Sol davasından tutuklanan Güneş 1986'da tahliye oldu. Daha sonra 1992'de İstanbul'da aralarında Sabahat Karataş ve Sinan Kukul'un da bulunduğu 11 devrimcinin katledildiği operasyonda sağ yakalanarak tekrardan cezaevine girdi. DGM'nin anti demokratik yasalarıyla yargılanan Güneş, Dev Sol yöneticisi olmaktan 36 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Güneş, 2000 yılından sonra cezaevinde PKK'li tutsaklarla birlikte kalmaya başladı ve devrimci direnişini Kürt ve Türk halklarının kardeşliği ile devam etti. Türkiye'nin en uzun süre cezaevinde kalan kadın siyasi tutsağı olan Güneş, Türkiye'nin farklı şehirlerinde 11 ayrı cezaevinde kaldı. Güneş ile Türkiye sol geleneğinin cezaevi direnişini, Kürt özgürlük hareketi ve son olarak da güncel siyaseti ve HDP'yi anlattı. 
 
*40 yıllık devrimcisiniz sizi biz çok iyi tanıyoruz ama tanımayanlar için kısaca kendinizi tanıtmanızı istesem. 
 
1953 Eskişehir doğumluyum. 1992 yılından bu yana kesintisiz yani 23 yıldır cezaevindeyim. Daha önce de 1982-1986 yılları arasında Metris Askeri Cezaevi'nde kaldım. 
 
*Devrimci mücadeleyle nasıl tanıştınız? O dönemlerin koşullarını kısaca paylaşabilir misiniz?
 
1974-1975 ders yılında, İstanbul'da üniversite öğrenimine başladım. Aynı yıllarda Dev-Genç saflarında mücadeleye katıldım. Katılır katılmaz da bir yığın ideolojik tartışmanın içerisinde buldum. Ulusal sorun, devrim anlayışı, çalışma tarzı, kırlardan şehirlere mi, şehirlerden kırlara mı, Sovyet Sosyalizm emperyalizmi vs. Tabi bu kadar çok tartışmanın olması belli bir kafa karışıklığı yaratıyor. "Ben yolumu nasıl çizeceğim?" hissi oluşturuyor. Bunun yanında sivil faşist terörün yoğun olduğu, her gün onlarca gencin okullarda, mahallelerde, fabrikalarda katledildiği ve 'sağ-sol çatışması' adı altında halkta korku, panik, yıldırma yaratılmaya çalışıldığı bir süreçti. Dolayısıyla bu teröre karşı fiili örgütlenme ve mücadele tarzının geliştirilmesi söz konusuydu. Yoğun ideolojik tartışmalar, teoriyi öğrenme çabası ve pratik içinde, zamanla insanın devrimci kişiliği şekilleniyor haliyle. Zorlu yıllar, tüm dünyada sol rüzgarların hala çok güçlü estiği, sosyalizmin ve sosyalistlerin prestijlerinin ciddi biçimde varlığını sürdürdüğü yıllardır. Böylesi bir atmosferde coşku, moral, motivasyon elbette çok farklı oluyor. Devrimcilerin birbirlerine güveni, halkın devrime ve devrimcilere inancı, güveni belki de hiçbir süreçte görülmeyecek kadar büyüktü. Kendi adıma öylesi bir dönemde yoldaşlığı, birbirimize güvenerek, birlikte var olmayı öğrendiğim için kendimi şanslı sayıyorum. Biz kadınlar açısından ise, nicelik ve nitelik olarak bugünkü düzeyde varlığımızı ve gücümüzü ispatlamış olmaktan söz edemesek de hemen her örgütte kadın arkadaşlar vardı. Yine halkın her kesimden kadınlarda mücadeleye olağanüstü bir ilgi vardı. Bu günden baktığımızda o yıllar, kuyunun dibinden yüzeye çıktıp, kendi emeğimizle kendi varoluşumuzu yaratma çabası olarak görüyorum. Tabii, bu günkü tarzda bir cins bilincinden söz etmek mümkün değil. Bu yönlü bir farkındalık, sonraki yıllarda hem pratik mücadele içinde hem de esas olarak özgürlük hareketini, Önderliği, Önderliğin felsefesini tanıyıp anlamaya çalıştıkça, adım adım gelişti diyebilirim.
 
*68 kuşağı sizin döneminiz üzerinde nasıl bir etki bırakmıştır?
 
68 kuşağı ile bizim aramızda çok uzun yıllar yok. Bilindiği gibi Türkiye'de 68'i temsil eden devrimci örgütler 70'li yılların başında fiziki olarak imha edilmişti. Sağ kalanlar ise cezaevindeydi. Ancak, özellikle Mahir'in, Deniz'in, İbo'nun bizler üzerindeki etkisi, bir röportajın ifadelendirilebilecek bir etki değildir. Benim bulunduğum çevrelerde hemen tüm ideolojik tartışmalar Mahir'in tezleri çevresinde gelişiyordu. Bunu yalnızca ideolojik bir miras gibi görmek çok eksik olur. Siyasi, kültürel, ahlaki bir direniş geleneğidir. Tabii ne kadar layık olunabildiği, bıraktıkları mirasın ne kadar diri tutularak içinin doldurulabildiği ayrı ve uzun bir değerlendirme konusu. Bu gün bile üzerimizde yoğun etkileri olduğunu düşünürsek, güçlü bir devrimci damar yarattıkları, kimsenin reddedemeyeceği bir gerçekliktir. 
 
*O dönemin ruhu Türkiye halkları için nasıl bir gelenek oluşturdu?
 
68 devrimcileri için "kitlelerden kopuk" değerlendirmesi çokça yapıldı. Bu onlara büyük bir haksızlık. Genç olmak, radikal olmak bir "suç" gibi, "eksiklik" gibi yansıtılır. Statükocu güçler, gençliğin dinamizmini hiçleştirmekten hoşlanır, çıkarları bu yöndedir. Dünyanın her yerinde gençler mücadelenin, devrimlerin ön saflarındadır. Bu hem gençliğin hem de mücadelenin doğası gereğidir. Devrim dinamik bir süreçtir, gençlik de dinamizmin taşıyıcısıdır. Bu durum gençlerin kitlelerden kopuk olması sonucunu doğurmaz ve aynı gerçeklik 68 kuşağı için de geçerlidir. Söz konusu yıllar Türkiye'de toplumsal mücadelenin bütün Türkiye coğrafyası üzerinde yayıldığı, toplumun her sınıfından, özellikle de ezilen kesimlerden insanların aktif mücadeleye katıldığı yıllardır. Toprak işgalleri, köylü mitingleri, grevler, üniversite işgalleri, boykotlar, faşizme ve emperyalizme karşı yaygın eylemler olur. Tüm bu eylemlerde gençlik, hakla iç içedir. Kızıldere'de, Nurhaklar'da, darağaçlarında, zindanlarda katledilen devrimciler böyle bir atmosferde doğup geliştirler ve yarattıkları mirası bizlere devrettiler. Sonraki yıllarda özellikle 80 sonrası Türkiye solu, ülke koşullarını, dönem özgünlüklerin doğru değerlendirip, buna yönelik pratik politika ve örgütlenme modeli geliştirememe sonucu, halkın potansiyelini nitelikli bir değişim dönüşüme kavuştur konusunda yetkin davranamadı. Bu yönlü asıl gelişim motoru olma misyonunu PKK ve Kürt halkı üstlendi. 
 
'Türkiye solu kendiyle yüzleşmeli' 
 
Türkiye solu açısından azımsanamayacak bir sürece yayılan nicelik-nitelik birikimi doğru değerlendirememe ve bir anlamda heba etme söz konusudur ki bunun muhasebesinin hala yeterince yapılamadığını düşünüyorum. Eğer "yüzleşme" bir zorunluluksa biz Türkiyeli devrimcilerin de kendi hata eksikliliklerimizle, kendi halklarımıza yeterince sahip çıkamama yönümüzle yüzleşmemiz her şeyden önce ahlaki vicdani sorumluluğumuzdur. Belli bir süreçten itibaren bizim kuşak solcuların becerisi, tahayyül gücü, siyasal ufkunun sınırlarının daraldığını kabul etmek gerekiyor. 12 Eylül faşizmi silindir gibi her şeyi düzenleyerek üzerimizden geçti. Ama bu sonraki durumumuzu tümüyle izah edemiyor. Travma hızlı atlatılamadı, bir genel tıkanma, ufuk belirsizliği, toplumsal değişimler konusunda hızlı konum belirleyememe hatta o değişimi anlayamama yaşandı. Bu durum nedeniyle özgül kurumlar, gelenekler kesintiye uğradı, sürdürülemedi. Savaş yıllarında TC egemenleri bu boşluğu kirli politikalarla doldurdu. Türkiye halkları şoven politikalarla çok çirkin bir biçimde zehirlendi. Elbette bu durum hepimizde derin bir yaradır. Bu zehrin temizlenmesi halklarımıza boyun borcumuzdur. Son yıllarda bu yönlü bir duyarlılığın toplumun her kesiminde görülmesi sevindirici ve geleceğe dair umudu güçlendiriyor. Özellikle Gezi Direnişi ve Kobanê işgali sırasında oluşan direniş hattı, dayanışma ruhu, ülkemiz açısından da bölge açısından da çok heyecan verici gelişmelerdir. Bunların uzun vadedeki etkilerinin çok yönlü ve kalıcı olacağına inanıyorum. 
 
*Bu dönem jenerasyonu o dönemle karşılaştırdığınızda nasıl bir farkla karşılıyorsunuz? Sistemden radikal bir kopuş açısından böyle bir karşılaştırılma yapılabilir mi sizce?
 
Belli bir tarihsel kesiti yaşayıp, o dönemin ruhundan etkilenen ve etkileyen toplumsal kesimlerin tümünü aynı kriterlerle ele alıp genellemek ve topyekün bir karşılaştırma yapmak mümkün değil. Sanırım böyle bir yaklaşım doğru da olmaz. Tüm zamanların ruhu olduğu doğru ama o zaman içinden geçen kuşakları tek bir özellikle tanımlamak zor, artılar ve eksile bir arada yaşanıyor. Sorunuzu genel manada devrimciler açısından alırsak 68 kuşağı genelde ideolojik, kültürel donanımı zengin kuşaktı. Ahlaki temellerin güçlü ve entelektüel birikim söz konusuydu. Bizim kuşakta ise mücadelenin pratik örgütlenme ayağı öne çıktı, örgütlenme yaygınlaştı, kitlesel özellik kazandı. Önceki kuşak imha edildi ya da cezaevlerinde olduğu için ideolojik pratik öncülük yapabilecek kadrolardan söz etmek zor. 
 
'Kendi emeğiyle örgütlenen kuşak' 
 
Bu anlamda sıfırdan başlayıp adım adım büyüyen ve teoriyi, pratiği, örgütlenmeyi kendi tecrübesiyle oluşturan bir kuşak demek abartı olmaz. Bu özelliğin PKK'nin söz konusu yıllardaki "grup süreci" diye tanımladığımızda yıllarında da çok belirgin olduğu biliniyor. Ancak bu günkü düzeyde bir politikleşme söz konusu değil. Mücadelenin henüz "çocukluk dönemini" yaşadığı düşünülürse gelişkin bir politiklik kendi doğasına aykırı olurdu. 68 ve sonrasında gelen bizler için devrimci romantizmin ütopyaların güçlü olduğu deyim yerindeyse gözü kara bir kuşak demek, en tipil yönleri özetler sanırım. Bir de bizim kuşağın en sevdiğim örgütler arası duvarların bu denli yüksek olmamasıdır. Ayrı örgütlerde farklı ideolojileri savunan bireylerdik. Ama sosyalist olmak paydamızdı ve güçlü sosyal iletişimler, dostluklar kurabiliyorduk. Özellikle de cezaevlerindeki sosyal paylaşımlarda bu yön çok belirgindi. Zamanla bu açı çok genişledi ve bunun iyi bir şey olmadığını aynı değerler uğruna mücadele eden örgütler, bireyler olarak daha güçlü dostluklar zor olmamalı diye düşünüyorum. Hele de kadınlar olarak hepimiz bunun arayışı içinde olmalı, solun bütünleşmesindeki misyonumuzu da görebilmeliyiz. 
 
'Ciddi savrulmalar yaşandı' 
 
Az önce belirttiğim hata ve eksiklikler Türkiye solunda ciddi savrulmalar ve kırılmalar yarattı. 70'lerin olumlu özellikleri kalıcı bir geleceğe dönüşemedi. Kürt özgürlük hareketi açısında ise mücadelenin kazanımlarının kesintisiz sürdürülerek bu günlere taşırılması sonraki kuşaklar için müthiş bir şans oluşturdu. Örgütse, kültürel değerler bin bir emek ve özveriyle gençlere, yeni nesillere aktarıldı. Bu değerlere sahip çıkıp korumak apayrı bir gücü, iradeyi, örgütlülüğü ve kendi köklerine sadık kalarak yürüyebilmeyi gerektiriyor. Bu yönüyle gençliğin güveni hak ettiğini düşünüyorum. Kobanê direnişinde Gezi'de ve her alanda bu yönüyle olmak çabası açığa çıktı. Sistemden radikal kopuş açısından ise her kuşak kendine özgü sıkıntılar yaşar, yaşıyor. Mücadele durağan değil ve kopuş dediğimiz şey de her an o anın ihtiyaçlarına göre gerçekleşiyor.
 
*68 kuşağının devrimci bir ruh olarak belirttiniz. Birazda güncele gelirsek, bu geleceğin ortak ruhu olarak oluşan HDP projesi sizlere neler hissettiriyor?
 
Önderliğin "bütün nehirler, akarsular ana kaynakta buluşur" metaforunun tam da bu durumu özetleyen anlamlı bir metafor olduğunu düşünüyorum. Türkiye ve Kürdistan gerçekliğinde ezilenlerin azımsanamayacak bir mücadele tarihi var. Ancak sistem karşısındaki duruşlarımızın parçalı olması, bu tarihin iyi okunamamasını ve üzerinde oyun oynanmasını getiriyor. HDP projesi bu bakımdan tam da ihtiyaçlarımızın cevabı, halklarımızın ve tüm toplumsal kesimlerin ortak emeğinin, alın terini yoğrulacağı acılarımızı ve sevinçlerimizi paylaşacağımız umut var eden bir proje. Eksikleri yok mu? Elbette var. Daha yolun başındayken eksikliklere odaklanıp onları esas almak birlikte yürümeyi zorlaştırır. Asgari müştereklerimiz o kadar çok ki salt onlardan yola çıkarak bile, birbirimizi çok iyi anlayacağımızı, zengin, renkli ve kalıcı mücadele tarzları oluşturabileceğimizi, bunun da eksikliklerimizi birlikte gidermenin zemini olduğunu görmemiz gerekiyor. Yine Önderliğimizin önemsediği "Yürürken düşünme, düşünürken yürüme" yeteneği bu durum için de geçerlidir sanırım. Birlikte yürüdükçe eksikliklerimizi daha net tespit etme, tartışma, tamamlama olanağımız doğacaktır. 
 
*Seçimlere girecek olan HDP'nin barajı aşmasının Türkiye halkları açısından sizce getirisi ne olacaktır?
 
HDP projesine ilişkin düşüncelerimi bir önceki sorunuzda yanıtlamıştım. Böyle bir projenin barajları yıkması, toplumun tüm kesimlerinin umudunu meclis platformunda savunulması anlamına gelecektir. Tabii yalnızca mecliste değil hayatın her alanında birlikteliğin, dayanışmanın pratik yol-yöntemleri bulunmadı. Ancak meclisteki oluşum ortak hakkımızı savunmamızın baskıcı iktidarı geriletmenin demokratik güçlerin alanını genişletmenin önemli bir ayağı. Seçimlerin sonucu Türkiye'de siyasal yönetim biçiminin rotasını belirleyecek. Ezilen tüm kesimlerin irade olabilmesi "Artık Yeter" diyerek sesini yükseltmesi, öz güveninin gelişmesi ve emeğinin karşılığını alabilmesi açısından önemli bir tarihi fırsat olacaktır. 
 
*En uzun süreli cezaevinde kalan kadın siyasi tutsak olarak 'tarihi' olarak değerlendiren 7 Haziran seçimlerinden beklentiniz nelerdir?
 
Biz tutsaklar, bu tür dönemlerde yasal değişiklikleri de tartışıyoruz. Tabii ki yasaların demokratikleşmesi yalnızca bizlerin tutsaklığının son bulması açısından değil, bir bütün olarak toplumsal özgürlük alanlarının genişlemesi, halklarımızın üzerindeki her tür baskının kalkması açısından önemli. Bizim seçim sonuçlarından beklentimiz de bundan başka bir şey olamaz. 
 
*Siz hükümlü olduğunuz için oy kullanamıyorsunuz. Ancak dışarıda ve cezaevinde oy kullanacak binlerce seçmen var onlara çağrınız nelerdir?
 
Tercihi özgürlüklerden, barış ve demokrasiden yana olan her kes, HDP projesini algılamaya çalışmalı ve bu seçimlerin tarihsel önemini kavrayarak, bu bilinç ve sorumlulukla yaklaşmalı derim. 
 
*Yaşamının 28 yılını zindanda geçiren bir kadın olarak geleceğe dair umutlarınız nelerdir?
 
İnsan, yaşamının her döneminde bir yığın umut besliyor. Oysa yaşama anlam vermek zor olur herhalde. Son 40 yıl, hepimiz açısından derin acılarla geçti. Hiçbir şeyin boşa yaşanmadığına inanıyorum. Haklarımızın emek, gözyaşı ve alın terinin somut karşılık bulması, en büyük umudum."
 
(şg/fk)