Emekçi kadınlar: Mücadeleye devam, daha alınacak çok yol var (2)
Dosya Haber
JINHA
HABER MERKEZİ - Kadınların emek mücadelesinde milat olan 8 Mart'ı tüm kadınlara armağan eden fabrikalarda eşit iş eşit ücret için mücadele eden ve bu uğurda yaşamını yitirenlerdi. Aradan geçen 158 yılda emekçi kadınlar bir çok hak kazansa da, ucuz işgücü, uzun çalışma saatleri ve işyerinde cinsiyet ayrımcılığı gibi bir çok sorunla karşılaşıyor. Çeşitli mesleklerden kadınlar 8 Mart'ın mücadele ruhu ile daha alınacak çok yol olduğunu söylüyor.
8 Mart 1857 yılında Amerika'nın New York kentinde, tekstil sektöründe çalışan yüzlerce kadın, düşük ücretlerini, uzun çalışma saatlerini ve insanlık dışı çalışma koşullarını protesto etmek için grev başlattı. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmak yolunda verdiği bu mücadelede, polisin grevdeki işçilere saldırması ve fabrikaya kilitlemesiyle çıkan yangın sonucunda çoğu kadın 129 işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine on bini aşkın kişi katıldı. Bu olaylardan 52 yıl sonra Danimarka'nın Kopenhag şehrinde, Kadın Sosyalist Enternasyonal toplantısı düzenlendi. 8 Mart 1857'de başlayan, kadınların haklarının kazanılması ve birlikteliği mücadelesi, 26-27 Ağustos tarihinde Kopenhag'da Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin tarafından, 8 Mart 1857'deki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart'ın "Internationaler Frauentag" (International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü) olarak anılması önerisi getirildi. Clara'nın önerisi oybirliğiyle kabul edildi. Tarihin 8 Mart olarak saptanışı 1921'de Rusya'nın Başkenti Moskova'da 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı'nda gerçekleşti. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü birinci ve ikinci dünya savaşı yılları arasında bazı ülkelerde yasaklandı. 1960'lı yılların sonunda ABD'de binlerce kadının katılımı ile yapılan 8 Mart anmaları daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Ve ardından Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 yılında 8 Mart'ı "Dünya Kadınlar Günü" olarak kabul etti.
Emekçi kadınların bedelleriyle kazanılan gün olan 8 Mart'ta JINHA, çeşitli işkollarında çalışan kadınları dinledi. İzmir, Diyarbakır, Van ve Antalya'dan emekçi kadınlar, yaşamın her saniyesi sömürüldüklerini belirtiyor ve insanca ücret ve insanca çalışma koşulları için mücadelenin gerekli olduğunu belirtiyor.
'Ev işçisi' kadına sorulan soru: Bu gün ne yaptın
Güler Sonay 26 yıldır ev kadını ve beş çocuk annesi. Ev kadınlarının sabahın erken saatlerinden başlayarak akşam geç saatlere kadar hiç durmadan evde çalışma halinde olduğunu fakat akşam işten gelen kocalarının ise "Ne yaptın ki bütün gün?" sorusu ile karşılaştıklarını söyleyen Güler şunları belirtiyor: "Özellikle ev kadınlarının büyük haklara sahip olması gerekir. Bu dündaya erkeksiz yaşanır ama kadın olmadan olmaz. Ev kadınlarının da emeğine sahip çıkması gerekir. Bence kocalarımız da görüyor bu emeği ama görmemezlikten geliyor. Dışarıda canları sıkılsa bile bize patlıyorlar. Ben her sene 8 Mart'a katılıyorum. O gün ne yemek yapıyorum ne başka bir şey ama bazı erkekler eşlerine baskı yapıyorlar. Ben istiyorum ki her kadın özgür olsun."
İki kelimeyle tekstil sektörü: Çok zor
Tekstil işçisi Nazan Yalçın bu sektörün özellikle kadınlar için çok zor olduğunu vurguluyor. Özellikle esnek çalışma saatlerinden şikayetçi olan Nazan sözlerini şöyle sürdürdü: "Bu sektörde yılarca çalışsanız bile alabileceğiniz en yüksek maaş bin lira. Sabah 8'de iş başı yapmak için 7'de uyanıyoruz. Akşam 6'da çıkmamız gerekirken çoğu zaman gece 12'lere kadar mesaiye kalıyoruz. Çok iyi hatırlıyorum kızımın ilk doğum gününde eve gece 12'de gitmiştim. Mesaiye kalamıycağım deme gibi bir şansınız da yok. İş kazaları için hiçbir güvencemiz yok. 8 Mart kadınların hatırlandığı tek gün ben bunu istemiyorum."
Fabrikaya girişimiz belli çıkışımız değil
Devrimci Tekstil Sendikası üyesi Derya Gulşe, "Bu koşulları biz yaratmadık ama değiştirecek olan bizleriz" diyor. 21 yıldır tekstil sektöründe olan Derya şuan ise bir iplik fabrikasında çalışıyor. Saat sabah 6 buçukta uyanıp 8'de iş başı yaptığını dile getiren Derya mesaiye kalmadığı zamanlar 9 saat çalışıyor. Derya'nın bu 9 saat boyunca yemek saati yalnızca 20 dakikayla kısıtlıyken tuvalet ihtiyaçlarının ise patronlar tarafında 5 dakika ile sınırlandırıldığını dile getiriyor. "Çünkü çalıştığım fabrikada üretimin durduğu bir an bile yok. Ben yemeğe veya tuvalete gittiğimde ise yanımda ki başka bir arkadaşım benim makinama da bakmak zorunda kalıyor" diyen Derya bundan kaynaklı olarak fabrikada yaşam alanı oluşturamadıklarını çünkü sıra ile mola vermenin çalışanlar arasında ki sosyal ilişkilerin oluşmasını engellediğini ifade ediyor. Sektörde hijyenin ise hiç önemsenmediğini söyleyen Derya "Kadınların çoğu idrar yolu enfeksiyonu oluyor. Çünkü tuvaletler günlük olarak temizlenmediği gibi tüm kadınlar aynı tuvaleti kullanıyor " dedi. Makinelerden çıkan seslerden kaynaklı migren, ipliklerden çıkan tozdan kaynaklı ise pek çok tekstil işçisinin astım gibi hastalıklara yakalandığını söyleyen Derya "Pek çoğumuzda ise boyun fıtığı, bel fıtığı gibi hastalıklar oluşuyor. Boyun fıtığı olan bir insan ise tekstilde çalışamaz ama malulen emekli de olamıyor" dedi. Tüm bu emek sömürüsüne karşı 8 Mart'ın tarihsel sürecini hatırlatan Derya " 1857'de New York'ta daha iyi koşullarda çalışmak isteyen 120 tekstil işçisi kadının katledilmesi ile ortaya çıkmış bir güne biz tekstil emekçisi kadınlar daha çok sahip çıkmalıyız" dedi.
Eril ve yozlaşmış bir sektör
Fatma Alökmen ise 15 yıldır tekstil konfeksiyonunda çalışıyor. Bu sektörün yozlaşmış bir ortam olduğunu söyleyen Fatma ufak atölyelerde taciz vakalarının pek çok yaşandığını ifade ediyor. Eril sistemin de bu yozlaşmayı büyüttüğünü dile getiren Fatma "Aslında kadın erkek kollektif bir üretim alanı olan tekstil sektöründe erkek daha üstün gözüküyor. Erkeğe gidip neden işini tamamlamadın demiyorlar ama kadına yapmıyorsan çık git diyebiliyorlar" diyor. Ücretlerin ise asgari miktarı geçmediğini söyleyen Fatma bu sektörde özellikle kadınların çalışmasının sebebinin ise "Okula gidemeyen kız çocuklarının bu işi kolay öğrenebilmeleri ve evlerine yakın bir konfeksiyonda çocuk yaşta bu işe başlamasıdır" diyerek anlatıyor. Ana akım medyanın kadınlar gününü kadına yalnızca çiçek alınan bir gün gibi lanse ettirdiğini dile getiren Fatma "Fabrikada ki politik bilincin düşüklünü de ekleyince patron bile gelip kadınlar gününüz kutlu olsun deme yüzsüzlüğünü gösteriyor" dedi. "Çalıştığım yerde ki kadınlar bu sebepten dolayı o gün sevgilisinden gül bekliyorlar. Bir keresinde siyah kurdaleler yapıp 8 Mart'ın tarihsel sürecini konuşmuştuk kadınlarla. Hepsi de çok şaşırdı. Fakat bir sonra ki 8 Mart'ta bu sefer siyah kurdaleleri onlar yapıp bize dağıtmıştı" dedi. Bundan kaynaklı olarak 8 Mart'ın bir direniş ürünü olduğunu hatırlamak gerektiğini söyleyen Fatma bu sene de direniş ruhuyla alanlarda olacaklarını ifade etti.
Çocuk işçiliği: Kuaförlük
Henüz 11 yaşında bir çocukken bir kuaförün yanına 'meslek öğrensin' diye verilen Seval İzci uzun yıllardır kuaförlük yapıyor. 18 yaşına gelene kadar ise sigortasız çalıştığını belirten Seval, çok zor bir meslek olan kuaförlüğün bir çok kalıtsal hastalığa neden olduğunu söylüyor. Seval şunları belirtti: "Bel fıtığı, bacak ağrıları gibi hastalıklar yaşıyorum. Kullanılan boyaların içinde ki kimyasallar bizlere de çok zarar veriyor. Boyayı sıktıktan sonra nefes alamıyoruz. Bu meslekte midesinden saç çıkan o kadar çok insan var ki. Emeğimizi her zaman korumak zorundayız. Mesleğimiz dışardan kolay gözükse de aslında çok zor. Çünkü bir saçı yaptığınız zaman beğenilmediğinde tekrar en baştan yapmak zorunda kalıyorsunuz ve emeğiniz yok oluyor. Bu mesleği sanat olarak görüyorum ve yaratıcıkla alkalı olduğunu düşünüyorum. Fakat beğenmediklerinde olumsuz etkileniyoruz." Seval 8 Dünya Kadınlar Günü'nün tek bir güne sığdırılmasından da rahatsızlık duyduğunu belirtiyor.
Deri işçisi kadınlar güvencesiz
Nurcan Çelik 46 yaşından ve 1993 yılında bu yana deri işinde çalışıyor. Deri işinde çalışanların 20 ile 60 yaşında degiştigini söyleyen Nurcan, bu işe ilk girdigi sırada işlerinin iyi oldugunu ve her geçen günde işin kötüleştigini ifade etti. Son bir yılda 4 işyeri değistirdigini belirten Nurcan, emekli olabilmesi içinde 3 yıl daha sigortalı görünmesi gerektiğini ve sigortasının yatmadığını dile getirdi. Nurcan, "Ustabaşları çok üstümüze geliyorlar. Sürekli iş yapmamızı istiyorlar. Her zaman onların istedikleri yapmak zorunda kalıyoruz. Yemek paydosu bile yapmadan çalışıyoruz. Akşamları mesaiye kalıyoruz. Ama mesai haklarımız alamıyoruz. Bunlara tepki gösterince 'Çantana al git' diyorlar. ustabaşları erkeklere daha iyi davranıyor. Onların şikayetlerinı daha çok önemsiyor. Mesala iş yeri çok soguk. onların ayaklarının altında elektirikli soba var. Ama bizde yeterli düzeyde yok. Erkeklerle birlikte aynı tuvaleti kullanıyoruz. İşler azalınca ücretsiz izinlere çıkıyoruz. İş olmayınca atölyeyi kadınlar temizliyor. Bazen kadınlar patronun evine temiliği bile götürüyorlar. Kadınlar sürekli çalışıyorlar. Ama hiç bir zaman emeklerinin karşılığını alamıyor. Ne evde nede işyerinde. Kadınlar hep sömürülüyor" diye anlatıyor. 8 Mart'a ilişkin konuşan Nurcan, "İlk eyleme gittiğim zaman çok heyecanlandım. Bütün kadınların bir arada olması beni çok etkiledi. Kendimi çok güvende hissettim. Kadınlar her zaman örgütlü olması çok önemlidir. Erkek egemenliğini üzerimizden kalkması gerekiyor. Buda devrimle mümkündür" diyor.
Kasiyerlik: 12 saat çalışmaya asgari ücret
Sinem Çınar (24) bir markette kasiyer olarak çalışıyor. Sabah saat 10.00'da iş başı yapıp, akşam saat 10.00'a kadar çalıştığını söyleyen Sinem şunları belirtiyor: "Bu kadar saat çalışıp aldığımız ücret asgari ücret olunca emeğimizin karşılığını aldığımızı düşünmüyorum. Kadınlar olarak markette çalışmanın ayrı bir zorluğu daha var, buda her gelen müşteriyle ayrı ayrı ilgilenmek oluyor. Bazen haksız yaklaşımlar olsa da sessiz kalmak zorunda kalıyorsunuz yoksa işinizi kaybedebilirsiniz. Türkiye koşullarında çalışmak çok zor. Çünkü ne emeğinizin karşılığını alabiliyoruz ne de sağlık güvencesi tam anlamıyla yerine getirilen bir iş imkanı sağlanıyor. Markette çalışmaya başlamadan önce benzin istasyonunda çalışıyordum ve 8 saat çalıştırılıyordum. Orada çalışmak burada çalışmaktan daha zordu. Orada direk erkeklerle muhatap olmak durumundaydım ve gelen her erkeğin bakış açısı da farklı oluyordu. Asılandan tutun, sözlü taciz edene kadar farklı insanlarla yüz göz oluyordum. Herkesten aynı anlayışı bekleyemeyiz ama çalışmak zorunda olan bir kadının yaşamını sürdürmek zorunda olduğunun farkında olarak yaklaşılması gerektiğine inanıyorum." 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'de yapılacak olan miting alanında sadece kadınların olması gerektiğini kaydeden Sinem, o günün ücretli izin sayılması gerektiğini söyledi.
Fabrikasyona karşı el emeği
8 yıldır kendi atölyesinde nikah şekerleri, bebek odası süsleri yapan Gülay Karahan İşmen, fabrikasyon ürünlere karşı el emeği ile geçimini sağlıyor. Gülay, "İnsanlarla uğraşılan her meslek zor ama ben el emeği ile bir şeyler yapıyorum. Fabrikasyon ürünü değil bu yüzden her biri diğeriyle aynı olamaya biliyor ve insanlara bunu beğendirmek gerçekten zor. Özellikle Türkiye'de ne kadına ne de el emeğine değer veriliyor. Sektör olarak Çin'de üretilmiş pek çok ürün düşük maliyetli olduğu için bizim emeğimizin önüne geçiyor. İnsanlar el emeği göz nuru ürünler yerine fabrikasyon ürünleri tercih ediyor. Bu da bizim için çok büyük bir handikap oluşturuyor. Son dönemlerde kadınların başına neler geldiğini görüyoruz. Halbuki bizler gönlümüzden geldiği gibi emeğimizin karşılığını alarak özgürce yaşamak istiyoruz" diyor.
Emeği 'part time' hali
Ege Üniversitesi Hemşirelik Bölümü 3. sınıf öğrencisi Gözde Hazal Yılmaz hem okuyan hem de part time çalışan pek çok kadın öğrenciden biri. Okula başladığı ilk seneden beri hizmet sektörüne dahil olan garsonluk, mutfak elemanlığı gibi pek çok iş yapan Hazal "Bu çalışma süresinde en yakıcı olan hem kadın olmak hem de part time sömürü mekanizmasının içinde yer almaktı" diyor. Güvencesiz bir şekilde çalıştığını kaydeden Hazal şunları aktardı: "Başka sektörlerde özellikle üretim yapılan alanlarda parça başına bile olsa piyasa koşullarında emeğinin karşılığını vermek zorunda kalıyor patron. Fakat part time hizmet sektöründe bir üretim yok bundan kaynaklı esnek bir sömürü mekanizması devreye giriyor. Patronlar daha çok erkekleri şef garson ve ya hiyerarşik olarak yönetimin üst yerlerine yerleştirirken kadını hizmet verme alanında kullanıyor. Yani bir servis elemanıysan cinselliğini ön plana çıkarman, makyaj yapman, güler yüzlü davranman gerek. Bu da ekstra kadın olmanın bu meslekte ki zorluğu." Yaklaşan 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nü hatırlatan Hazal, "Evde, sokakta, iş yerlerinde sömürlen , tacize ve tacavüze uğrayan tüm kadınların kadın olmanın güzelliğiyle alanlara çıkması gerekiyor ve kadınların nasıl güzel bir dünya kurabileceğini herkese göstermeliyiz" çağrısı yapıyor.
Turizmin görünmeyen yüzü: Sömürülen kadınlar
Turizm sektörü kadınlara yönelik cinsiyetçi uygulamaların en çok gelişti meslek kolu. Devrimci Turizm İşçileri Sendikası Eş Başkanı Didem Erkıvanç Türkay; meslekteki zorlukları ve cinsiyetçi uygulamaları söyle sıraladı: "Bir otelde 5 departman varsa eğer staj yapmaya gelen öğrenciler her birinde 20 gün çalışıp nasıl olduklarını görüp ona göre kendisineyakın yerde çalışmaya başlar. Turizmde böyle bir şey yok. Turizmde staj demek ucuz eleman demektir. En kötü işleri stajyerlere yaptırırlar. Hep arka plandalar ve uzun süre çalıştırılırlar. Öğrencide okulunu bitirmek için stajı yapmak zorunda ve staj bittiğinde de hepsi 'ben bu sektörde çalışmam' diyerek arkalarına bakmadan kaçıp giderler. Kaldıkları lojmanlar ise sağlıksız ve hijyen olmayan yerlerdir. Elbiseler banyoların bulunduğu yerde bavulların içinde kalır çünkü onu kıyafetleri asacak yer yoktur. İnsanlar alacaklarını bavuldan alıyorlar. Hamile kadınların istifa etmesi için uygulanan mobbing, kullanılamayan süt izni, doğum izni, yıllık izin, mevsimlik işçi statüsünde çalışma, görevde yükselememe, ödenmeyen fazla mesai ücretleri, sendikal örgütlenmenin önündeki engeller. Diğer bütün sektörlerde de olduğu gibi görünmeyen emek sömürüsü gibi sorunlarımız mevcut. Kadınlar yoğun olarak otellerde kat hizmetleri departmanında çalışmaktadırlar. Yasalar doğum izni ve emzirme izni verilse bile fiili olarak bu izinler kullandırılmamaktadır. Hamile olan ve bebeği olan kadınlar zaten çalıştırılmak istenmemektedir."
'Her şey dahil' ama işçi değil!
Turizim sektöründen çalışan Fatma Kayaoğlu ise şunları belirtti: "Turizm denince herkes deniz kenarı, kum, güneş, sanki tatil yapıyormuşuz gibi düşünüyorlar. Ama çalışan kişi otele gelenleri rahat ettirmek için ordadır. Gelen güneşlenirken çalışan son derece kötü bir kumaştan yapılmış, kötü bir maddeden yapılmış ayakkabıyla 40 derece güneşin altında çöp toplamak zorunda. 40 derece sıcak, sektörün şartlarının zor oluşu, işsiz olacağını bilmek turizm sektöründeki kişileri bir şekilde savuruyor. 'Her şey dahil' uygulaması başlatıldığından beri otel sahiplerinin hizmeti ucuza indirirken personelden ve yemeğe konulan malzemeleri kısıtlıyor. Ben 49 yaşındayım çok kötü günler yaşadım ama şu son 5-6 yıldır saldırıldığı gibi turizm sektörüne bu şekilde vahşice saldırıldığını görmedim. Emeğe saldırı var. Biz bundan 10 sene önce daha iyi şartlar için sokağa çıkıyorduk şimdi var olanı korumak için çıkıyoruz. Ve var olanı da alamıyoruz. Doğum izni süt izni ütopyadır bizim için bunu kullanan kimseyi görmedim.Örgütlü olan toplu sözleşmelerin yapıldığı otellerde çalışanlar kıdemlerini, süt izinlerini, kreş yardımlarını hatta yakacak yardımı bile almışlardı ama Antalya'da zaten bu sözleşmeyi yapacak otel yok." Fatma tüm bu yaşanan sömürüye, düzensizliğe ve eşitsizliklere kadınların nefes alabilmesi ve ses olabilmesi için 8 Mart'ta alanlarda olması gerektiğini belirtti.
Kadın avukat olmak, cinsiyetçi uygulamalardan muhaf olmak değil
Diyarbakır'da avukatlık yapan Hatice Demir kadın avukatların yaşadığı sorunlara değinerek, mesleğe başladığı ilk zamanlarda müvekkillerinin zaman zaman kendisine "avukat bey" şeklinde hitap ettiklerini ve avukatlık mesleğini bir erkek mesleği olarak gördüklerini ifade etti. Adliyedeyken kendi mesleklerini icra ederken başka davalardan tutuklu bulunan veya gözaltında olan bir kişinin polisler arasında veya askerler arasındanken bile bize sözlü tacizlere bulunduklarını ifade eden Hatice, "Bunu bizzat ben yaşadım. Adliye içinde yürürken, başka bir işlem için gelen kişilerin bizzat sözlü tacizine uğradım. Yine polislerin bile şahit olduğu duyduğu bizzat şahit oldukları tacizlere maruz kalıyoruz. Ancak tabi ki erkek polisler bunu tutanağa geçirmemekte imtina ediyorlar. Çünkü zaten tacizciyle aynı mantığı taşıyorlar" dei. Hatice cinsiyetçi uygulamaları şöyle anlattı: "Kadınlar için zorken biz kadın avukatlar için daha da zor oluyor. Böylesi durumlarda birçok zorlukla ve tacizle karşılaşıyoruz. Avukat olmamız bu saldırılara maruz kalmayacağımız anlamına gelmiyor avukat bile olsak için bu hiçbir şekilde değişiklik ifade etmiyor. Kadınların dışarıda yaşadığı sorunları bizde yaşıyoruz kendi özel yaşamımızda da dışarıda büroda otururken aynı zorlukları yaşıyoruz. Bir kadını çalışacağı koşullar olmuyor özelikle evli kadınlar için bir sürü ayrı sorunlar var bazıları çocuklarını bırakıp geliyor ve belli bir süreliğine geliyorlar iş bazen bütün günümüzü alıyor."
Hazırlayanlar: Ceren Karlıdağ, Handan Tufan, Helin Yıldırım, Beritan Elyakut, Sarya Gözüoğlu.
(fk)