DOSYA HABER Yazdır Kaydet

Hafızayı harekete geçirme: 90’lı yıllar (3)

Dosya Haber
Ağustos 22 / 2015


 
90'lar ve zulme direnen kadınların hikayesi
 
JINHA
 
ISTANBUL - Kürtler 90'lı yılların en sancılı dönemlerini her konuda yaşamanın yanı sıra Kürt siyasetinde de yaşadı. Kürt siyasetinin en sancılı döneminden günümüzde de meclise girmeye hak kazanan bir kadın; Leyla Zana. 1991 yılında yaşanan yemin krizi ile Türk siyasetine giren Kürt siyasi hareketinin o günlerden bugüne meclise taşıdığı tek kadın; Leyla Zana. 91'de Sosyal Demokrat Halkçı Parti çatısı altında meclise girdikten sonra 1994 yılında dokunulmazlıkları kaldırılıp, polis araçlarıyla meclisten zorla çıkarılan isimlerden biriydi. 
 
Türkiye'de 1994 yılında seçimlere Erdal İnönü başkanlığındaki Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) listesinden aday olan Demokrasi Partili (DEP) Leyla Zana, Hatip Dicle, Mahmut Alınak ve Selim Sadak milletvekili seçilerek meclise girdiler. Seçilmelerinin hemen ardından 2 Mart 1991 günü yapılan yemin töreninde, Leyla Zana'nın protestolar arasında Kürtçe yemin etmesi soruşturmaya konu oldu. Meclis'e ilk adımları da, meclis'ten çıkışları da bir gerilim unsuru oldu. Yaşanan yemin krizinin olduğu gün meclise damgasını vuran Leyla, kürsüye yakasında sarı kırmızı yeşil renkleri taşıyan bir mendil ve başında aynı renklerde bir saç bandı ile çıktı. Türkiye'nin tarihine "yemin krizi" olarak geçen de sonrasındaki 45 saniye oldu.
 
'45 saniyenin hikayesi'
 
Leyla Zana kürsüye yürürken milletvekili sıralarından sesler: O bayrak, bayrağı indir (Başında sarı kırmızı yeşil renklerden oluşan saç bandı var. Yakasında ise sarı kırmızı ve yeşil bir kumaş. Milletvekili sıralarından sesler, sıralara vurmalar)
Leyla Zana: Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, (milletvekili sıralarından protestolar artıyor) milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden (Meclis Başkanvekili Septioğlu devreye giriyor, 'Bakar mısın kızım?' diyor ancak Leyla protestolar arasında devam ediyor)ve Anayasa'ya sadakatten ayrılmayacağıma büyük Türk milleti önünde namusum ve şerefime and içerim.
 
'Ez vê sondê li ser navê gelê kurd û tirk dixwîm'
 
"Ez vê sondê li ser navê gelê kurd û tirk dixwîm. (Kürtçe: Bu yemini Türk ve Kürt halkı adına ediyorum)." Leyla Genel Kurul salonundaki tepkiler üzerine "Sözlerimi geri alıyorum" diyerek yeminini tekrarlamak zorunda kaldı.
 
'Kürt siyasetinin ağır bedeli; 10 yıl'
 
1991 yılındaki o yemin gecesinde Meclis'te gazeteci olarak görev yapan ve sonrasındaki süreci yakından takip eden gazeteci Derya Sazak, Leyla'nın siyasi öyküsünde hem 1991 yılında yaşananların hem de 1994 yılında cezaevine girişinin en önemli noktalardan biri olduğunu söyledi. "Yemin törenini kat be kat geride bırakan milletvekillerinin parlamentodan zorla götürülmesiydi. O gece parlamento tarihimiz ve siyasi tarihimiz açısından büyük bir çöküntüdür. Çünkü parlamento ve siyasi partiler onlara sahip çıkmak yerine, meclis'ten götürülsünler diye beklediler. Sonrasında cezaevi süreci 10 yıl sürdü" diyen Derya, 10 yıl meclisten cezaevine girmenin Kürt siyasetinin ne kadar ağır bir bedel ödediğinin simgesi olduğunu belirtti.
 
'Akil insan duruşu sergiledi'
 
Derya, Leyla Zana, Ahmet Türk ve Orhan Doğan'ın o dönemde üstlendikleri rolün de çok önemli olduğunu vurguladı. "O dönem tekrar hareketlenen, silahlı mücadeleye dönen hareketi siyasal zemine çekme yönünde çok uğraş verdiklerini biliyorum. 2005-2006'lı yıllardan itibaren ateşkesin sağlanması sonrasında Kürt açılımının tekrar hayat bulmasında Zana ve Doğan'ın çok etkilerini gördük. Mevcut siyasi kadroları ve iktidarı cesaretlendirdiler. Leyla Zana o konudaki barışçı misyonunu hep sürdürdü. Ben Zana'yı barış savaşçısı, güçlü bir kadın olarak tanıdım. Hiç ödün vermedi, yolundan hiç sapmadı. Zor bir 25 yıl oldu onun için ama özellikle son 10 yıl içinde bir akil insan duruşu sergiledi" diyerek Leyla'nın ne zaman bir savrulma olsa, yatıştırıcı bir konum üstlendiğini ifade etti.
 
'Dursana Kız!'
 
"Aslında o günün önemi, sadece Leyla Zana'nın sarf ettiği andan itibaren resmi dil ve kimlik politikalarının eskisi gibi sürdürülmesini imkansız kılan o cümleden ibaret değildi" diyen araştırmacı yazar Handan Çağlayan, Leyla'nın mevcudiyetinin meclisin alışık olduğu hiyerarşilerle uyumsuzluğunun ezber bozucu olduğunu ifade etti. Leyla'nın meclisin hem toplumsal cinsiyet, hem yaş ve hem de sınıfsal kompozisyonu açısından bariz bir tezat oluşturduğunu belirten Handan, "Kuruluşundan bu yana kadınların temsilinin yüzde dörtlerde süründüğü bir meclis açısından Zana'nın kadın olması kendi başına zaten uyumsuz bir durumdu. Üstelik de gençti. Buna ek olarak kişisel tarihi, o yüzde dördün profiliyle de uyumsuz kılıyordu kendisini. Bu son derece erkek Meclise ya liderin güvendiği bir çevreden olma ya da vitrin oluşturmaya elverişli bir eğitime/mesleki kariyere sahip bulunma avantajıyla girmeyi başarabilmiş hemcinslerinden hayli farklıydı. Ne Meclisteki mevcudiyetini katlanılır kılacak 'iyi' bir formel eğitime sahipti ne de mesleki bir kariyere. O gün yemin etmek üzere kürsüye yürürken, kendisine yönelmiş bakışlarda okunan hakir görme ifadesinin, meclis başkanının kafası iyice karıştığında arkasından 'dursana kız' diye seslenebilmesinin nedenlerinden biri bu olmalıydı" şeklinde ifade etti.
 
 
'90lardan bu yana değişen epey şey oldu'
 
Leyla Zana'nın o gün mecliste hayli yalnız göründüğünü söyleyen Handan, "Aslında hiç de yalnız değildi. Arkasında binlerce kadın vardı. Belki o güne değin görmezden gelinmeleri mümkün olabilmişti. Ama o günden sonra, artık kadınların varlığının da göz ardı edilmesi mümkün olmayacaktı. Leyla'nın meclise girişi, Kürt kadınların hem kendi toplumlarındaki ataerkilliğe ve hem de resmi dil ile kimlik politikalarının önlerine koyduğu engellere karşı yürüttükleri politik mücadelenin ve kararlılığın ortaya konması ve görünür olmaları açısında önemli bir dönüm noktası oldu" dedi. Handan, 90'lı yıllarda Leyla'yı yalnız izlediğimiz mecliste bu gün çok sayıda Kürt kadının yer aldığını vurguladı. "90'lardan bu yana değişen epey şey oldu" diyen Handan, "Partilerinin karar ve yönetim organlarında neredeyse yarı yarıya temsil ediliyorlar örneğin. Değişmeyen ise, bugünkülerin arasında da devasa bir mücadelenin,  emeğin ve kadın dayanışmasının bulunuyor olması" şeklinde belirtti.
 
'90'lı yıllarda her gün birinin ölüm haberini alıyorduk'
 
Hayatını insan hakları ihlalleri davalarına adamış bir avukat olan Eren Keskin'in yaşamı ise yine 90'lı yıllarda silahlı saldırıya uğrama ve tehdit almalarla biliniyor. O yıllarda her gün birinin ölüm haberini aldığını belirten Eren, "Arkadaşlarımızın otopsilerine giriyorduk. O kadar ağır şeyler yaşadık ki. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) Şırnak olaylarında Türkiye'yi mahkum etti. Biz bombalamanın ertesi günü Şırnak'taydık. Oradaki bulguları, raporları tüm dünyayla paylaşmaya çalıştık ama Türkiye'den bir iki gazete yazdı" dedi. Eren sırf Kürdistan dediği için 6 ay hapis yattığını belirtirken, "Bugün başbakan bile Kürdistan kelimesini kullanıyor. Bugün herkese şunu söyleyebiliyoruz. Bakın biz haklıymışız. Bu insana onur veriyor. Biz bunları ölüme göz alarak yaptık. Özellikle 1990'ların sonunda Abdullah Öcalan Türkiye'ye getirildiğinde biz 16 kişi Öcalan'ın ilk avukatlarıydık" şeklinde ifade etti.
 
 
'Denizlerin idamıyla avukatlığa karar veren kadın'
 
Deniz Gezmiş'lerin idamıyla avukat olmaya karar verdiğini söyleyen Eren, " Hep politikayla ilgiliydi bizim ailemiz. Genel olarak sol eğilimli insanlardı. Aktif siyasetin içinde kimse yoktu ama ben mesela avukat olmaya Denizlerin (Gezmiş) idamında karar vermiştim. İlkokul ve lisede çok başarılı bir öğrenciydim. Bir şiir okunacaksa  ben okurdum. Okulda milli güvenlik dersine bir albay giriyordu. O zamanlar milli güvenlik seçmeli dersti. Bütün okulda bir tek ben o dersi seçmemiştim.  Hoca derse girince ben çıkardım.  Belli ki o zaman da anti-militarist bir yanım varmış" şeklinde yaşadıklarını anlattı.
 
'Ben tecavüze uğradım demezdi kadınlar'
 
Gözaltında cinsel şiddet ile ilgili çalışmaları olan Eren, çalışmaya başlama durumunu da şu sözlerle anlattı: "Benim kırılma noktam, bir insanın cinsel işkenceye uğradığını anlamaktı. Mezun olduktan sonra siyasi davalara bakmaya başlamıştım. İşkenceden bahsedilir ama ayrıntıya girilmezdi. Biz kendi aramızda konuşurduk ama kimse "Ben tacize ya da tecavüze uğradım" demezdi. 1995'te yazdığım bir yazıda Kürdistan kavramını kullandığım içim 2,5 yıl ceza alıp altı ay cezaevinde yattım. Bayrampaşa Cezaevi'nde kendi müvekkillerimle kaldım. O zaman müvekkillerimle daha eşit bir ilişki kurduk, bir duvar yıkıldı ki anlatmaya başladılar. O dönem, istisnasız her kadın gözaltında tacize maruz kalmış. Bir kısmının da tecavüze uğradığını öğrendim. Herkes anlatmıyordu tabi. Ama benimle tek tek konuşmak istiyorlardı. Herkes aynı şeyi söylüyordu. Utandım, korktum, kendimi kirlenmiş hissettim.. Ve ben orada 'Neden bu suç cezasız kalıyor' diye düşündüm.
 
'Çözüme yönelik'
 
90'lı yıllardan bu yana Kürt halkı üzerindeki baskı ve şiddetin sona ermesi, çözüm süreci için yapılması gerekenler için de Eren, " Ben hakikat ve adalet komisyonlarını çok önemsiyorum. Evet bir barışma olmalı ama gerçeği de hiç unutmadan olmalı bu. Bence bu komisyonların aslında derhal kurulması gerekiyor. Bunlar insani acıları ortaya çıkartacak. Herkes yaşadıklarını özgürce anlatabilmeli bu komisyonlara. Bir Türk askeri de anlatmalı, Kürt gerillası da anlatmalı, gözaltında yakınını kaybeden de anlatmalı" dedi. Pek çok müvekkili olduğunu söyleyen Eren, "O yıllarda yakınlarını kaybetmenin dışında çok da maddi kayıpları olmuş. Köyleri yakılmış, evleri yakılmış, beş kuruşsuz buralara gelmişler. Ekonomik boyutu da çok önemli. Bir çok kadın var tecavüze maruz kalmış ve açıklamıyor, bunun yarattığı mağduriyetle yaşıyor. Gizli kaldıkça karşı tarafa karşı nefret bileniyor insanlar. Bunların hepsinin konuşulması gerekiyor" şeklinde ifade etti.
 
90'lı yıllarda Leyla ve Eren gibi işkenceye uğramış kadın çalışmaları ve Kürt siyaseti ile ilgilenmiş daha birçok ulaşamadığımız ve ismi bilinmeyen kadınlar var. Bu kadınların verdiği insanlık mücadelesi ve kadın özgürlük arayışı ile beraber 90'lı yıllardaki gibi direnmeye ve de mücadelemizin somut örneklerini almaya kadınlar olarak söz veriyoruz. BİTTİ
 
 
(sö/dc/fk)